Sevgili Akşehirli hemşehrilerim, buradan zaman zaman yazdığım üzere, bu kente İstanbul gibi bir metropolden gelince, sizi sarıp sarmalayan birçok konuya çok daha fazla zaman ayırabileceğiniz gerçeğiyle karşılaşıyorsunuz.

Size kalan bu ilave zamanda, örneğin sanat kapsamında; öykü, şiir, müzik gibi birçok alanda yazmaya, düşünmeye, üretmeye çok daha fazla vaktiniz oluyor. Akşehir’in kendine has havası da sizi buna heveslendiriyor. Ya da bana öyle geliyor. 

Bu hafta köşe için yazı konusu ararken, eski yazdığım kendime göre şiir denemeleri olarak adlandırdığım ve de bir miktar göz ardı ettiğim yazılara rastladım. Bunlardan birisi, geçen yıl bu zamanlarda Akşehir’de kaleme alınmış. Öyküsü/hikayesi beni sarıp sarmalayan, derinden etkileyen bir konuya dayanıyor. Bu denemeden yola çıkarak konu, senaryolaştırılarak kısayada uzun metraj bir film haline de getirilebilir.

Yazının devamını okuyan çoğunluğun, konuyu biliyorduk diyeceğini ummakla birlikte bu halinin benim yorumum olduğunu düşünerek okumanızı rica ediyorum. Ama daha da önemli husus; insanlarımızın, bu topraklarda asırlar boyu süregelen kültürel bir hazinenin üstünde oturduğu gerçeğini idrak etmesi ve başta gençler olmak üzere hepimizin bu hazineden beslenerek üretimler yapmamızın bu hazineye katkı sunacağıdır.

İTİRAF(*) / Akşehir - 13.08.2023-09:05

Darılmaca yok, gücenmece yok güzelim

Her gün seninleyim diye sanma ki sende göğnüm

Benimkisi vakit geçsin, torba dolsun

Evet bir zamanlar çok sevdim, itiraf ediyorum

Ama o sevdiğim sen değildin

O sevdiğim var ya o sevdiğim

Beni yaban ellerde bi başına kodu da gitti

Elimi böğrümde kodu

Vicdansızın gızı, acımadı bana

Bir yudum su vermedi, ciğerlerimi dağladı da gitti

Hayatı bana zehir etti

Şimdi bende seninle göğnümü avutuyorum

Ama ne avutmak, gelde bana sor

Sanma ki sana aşığım a güzelim

Benim gönlüm hala o kara kaş, kara göz, elma yanak da

Hep oyaladı beni

Senden başkasını sevemem dedi

Sen bir tanesin dedi

Ama ne çare, hiç acımadan, kodu da gitti

Hemde kiminle gitti beğenirsin, en yakın arkadaşımla

Bana oyun oynadılar, hemde ne oyun

Beni ateşe attılar, bana acımadılar

Kıydılar bana

Allahından bulsunlar

On yıl geçti aradan, yaralarım kabuk bağlamadı

Diyeceksin ben yanındayım

Ama ne çare a güzelim

Göğül bu, her derde deva var, ama bu göğüle yok

Hayının gızı, göğnümü çaldı da gitti

Ben halen onun sıcak gülüşüyle uyanır

Onun sürmeli bakışlarıyla avunurum

Affet beni ne olur, kızma bana sakın güzelim

Yaradan kimseyi bu acı ile sınamasın

Göğnünü çaldırmasın.

Yukarıda değindiğim hususa tekrar geri dönecek olursam, “itiraf” ismini verdiğim bu deneme gibi niceleri yazıldı bu ülkede. Hatta çoğu tiyatro sahnelerinde, sinema perdelerinde ve hatta televizyon kanallarında seri yapımlar olarak yer buldu. Bizimkisi olsa olsa çorbaya bir miktar tuz da bizden katmaktır. Görüldüğü üzere hayat hikâyelerimiz, çok büyük bir değişikliğe uğramadan çağlar boyu biteviye süre gelmekte ve bizim gibi kağıdı kalemi eline alanlar tarafından hikâyeleştirilerek dinleyiciye/izleyiciye/okura sunulmakta. Kim bilir belki sizin de yazdıklarınız vardır. Buradan o kişilere çağrı yapmış olayım; yazdıklarınızı, lütfen sandıklardan çıkarın ve gün yüzü gösterin, insanların beğenisine sunun, bizlerle paylaşın.   

(*) Şiir denemesinin hikâyesi-öyküsü; yaşadığımız çağın ülkemiz için en önemli bağlama, şair-ozan, söz-müzik ustalarının başında gelen, Aşık Veysel Şatıroğlu’nun yaşadıklarından ve yine söz-müzik, bağlama ustalarının başında gelen, Neşet Ertaş’ın hem yaşadıklarından hem tarzından(“Gönül” yerine “Göğül” şeklinde ki tercihi) esinlenilerek ortaya çıkarılmıştır. Her iki üstadı da rahmetle anıyorum. Eserleri insanlık yaşadıkça yaşayacak ve yolumuzu aydınlatmaya devam edecektir.