Bazı dostlar vardır, adı geçince çiçeklerle donanır her yer. Bir uçtan öte uca gökkuşağından köprüler uzanır. Kış mevsiminde arılar, kelebekler, bahar böcekleri dansa başlar. Ötücü kuşlar en güzel şarkılarını terennüm ederler. Adının geçtiği yerde yüreğimizde çiçekler açtıran sevgili ağabeyimiz Veysel Gültaş’tan başkası değildir.
Arada sırada bürosuna uğrarız. Sadece büroda oturmak, sanatın bilimle yoğrulduğu atmosferi solumak bile yeter de artar. Bir sanat galerisinden farksızdır avukatlık mesleğini sürdürdüğü bürosu. Heykeller, büstler, bakıra yazdırılmış özdeyişler, şiirlerden dörtlükler, üç odanın duvarlarında boydan boya uzanan kitaplıklar. Masasından, sandalyesine, çay altlığından, çay tabaklarına dek hepsi de ince bir ruhun eşyalara yansımasından başka bir şey değildir. Titizdir, kılı kırk yarar, hakimlik mesleğinden tutun da şairliğine dek bu titizliğini korumuştur. Kendisi için yaşam biçimi olmuştur.
Telefon etti, özledim sizleri, şöyle bir gelin de söyleşelim, dedi. Severek gittik. Dostluğumuz yirmi yılı aşkın süredir sürmekte. Okan Yüksel, Çağlar Erbek, Öztürk Erbek, Halim Bayram, Ercan Karaca, Hayri Bildik’le birlikte, akşam inerken Karşıyaka’ya, bürodaydık. Sevgili Ercan dostumuz, büroyu görünce şaşırmadı değil. Gerçi laf arasında sık sık söz ederdik ama görmek daha farklıydı. Kitaplığındaki çoğu kitabın kendisi tarafından yazıldığını söyledik. Genç meslektaşlarına, hukukçulara yol göstermesi açısından yirmiye yakın tuğla kalınlığında kitabı vardır. Halim’in oğlunun hukuk fakültesinde okuduğunu duyunca kitaplarından bir paket yaptı hemen. Kebaplar geldi. Aç değiliz desek de bir sini dolusu kebap özenle servis tabaklarında dağıtıldı. Yiyip herkes gönlünce bir şeyler içiyordu…
Ercan şiirler okuyor, Öztürk dostumuz doğaçlama şiirlerle geceyi anlatıyordu. Bilgisayarda Veysel Gültaş’ın şiirleri buluşmamızı daha bir güzelleştiriyordu. Okan ağabey daha çok dinliyor, bol bol da espri yapıyor, bizleri güldürüyordu. Halim, Malatya’dan söz ediyordu. Böyle bir geceyi başka yerde yaşamak çok zordu. Veysel Gültaş, büyük özverilerle kaleme aldığı Kriton Dinçmen’in biyografi kitabını çıkartıp olmayan arkadaşlara verdi.
Sıra eskilere gelmişti. Veysel ağabey, albümleri çıkarttı. On beş yirmi yıl öncesindeki fotoğraflarda yine şenmişiz. Aradaki tek fark o zamanlar daha mı gençtik, yoksa şimdi mi genciz. Her fotoğrafta dakikalarca konuşup anılar denizinde yüzüyoruz. Toplantılar, deniz kenarları, Karşıyaka Lokali, Kulis, İzmir Fuarı, Veysel Gültaş’ın evi, daha neler vardı neler… Hüzünle yoğrulurken Okan Ağabeyle yaptığımız espriler ortamın havasını değiştiriyordu. Ne güzel dostluğumuz varmış, aynı şimdiki gibi…
Saatler gece yarısını geçiyordu. Kimsenin kalkmaya niyeti yoktu. Değişik konular dakikalarca zamanımızı alıyor, bunun farkına varmıyorduk. Gecenin iki buçuğunda bürodan çıktık. Gecenin ayazı çıkmıştı. Karşıyaka caddesinde yürüyen dostlar, geçmişte de kim bilir kaç kez bu manzarayı yaşatmıştık eski binalara. Denizden, esinti değil rüzgar geliyordu. Dağlardan gelen rüzgar hiç de uslu değildi. Soğuk denecek gecede bizleri üşütmeyen, dostluğumuzun sıcaklığıydı.
Gökyüzüne baktım. Titrek göz kırpan güleç yüzlü yıldızlar el sallıyorlardı. Mutlu olmuşlardı geçmişteki dostların bir araya gelmesinden. Bu manzarayı özlemişlerdi kesinlikle. Ya bizler sevgili yıldız dostlarımız, sizlerden az mı özledik sanıyorsunuz böyle güzellik dolu geceleri… Eskimeyen dostlar, eskiyi anmaz, her zaman dostluğu yaşar…