Pandemiden çok kötü etkilenen yayınevlerinin bir kısmı kapanmak zorunda kalırken 10 çocuk kitabımın yayımlanması üzerine yapılan ve davet edildiğim tüm imza ve söyleşi günlerine, özellikle çocuklara okuma sevgisi kazandırmak için nerede olursa olsun katıldığımı aktaran haberleri okuyunca mutlu oluyorum.
Düşünebiliyor musunuz; gecenizi gündüzünüze katıp yazıyorsunuz, yeri geliyor, bir cümle bulmak için saatlerinizi veriyorsunuz. O uğraş içinde yaşanılan heyecan anlatılır gibi değildir. Onlarca kez okunur, gözden kaçan bir yanlış olmasın, diye. Büyük bir heyecanla yayınevine yollanır. Oradan gelen olumlu yanıt insanı çok sevindirir. Arkasından kitaplaşacak eserleriniz ressama verilir. O sanatçı dostumuz, hayal gücünü kullanarak en güzel resimlerini sizin için yapacaktır. Bu uğraş sonucunda kitabınız elinize geçince dünyalar sizin olur. Çiçero boşuna dememiş; “Kitaplar, beynin çocuklarıdır” diye.
Her kitabım elime geçince hemen ilk kitabımın macerası gelir aklıma. Doksanlı yılların sonlarıydı. Akşehir Nasreddin Hoca Şenlikleri öykü yarışmasında ödül kazanınca Turizm Derneği başkanı sevgili İsmet Şenoğlu; “Getir artık kitabını bastıralım” deyince şaşırmıştım. Aynı yıl, Levent Kırca da yılın tiyatrocusu seçilmişti. İkimiz ödülümüzü açık hava tiyatrosunda almıştık.
İlk kitabım elime geçtiğinde duyduğum heyecan hiçbir şeye değişilmezdi. Kitabımın resmini ünlü karikatürist Nezih Danyal yapmış, ön sözünü Muzaffer İzgü yazmıştı. Nasıl heyecanlıydım. Kitabım çıkacaktı. Kitabımın çıkmasını beklerken kimler gelmiyordu gözümün önüne; Yaşar Kemal, Nazım Hikmet, Aziz Nesin, Sait Faik, Rıfat Ilgaz, daha nicelerini düşünüyordum. Onlar gibi benim de kitabım çıkacaktı.
Daha sonra Muzaffer İzgü’yle ilk imza günümüzü nasıl unuturum. Kitaplar birbirini izledi. Okullarda imza günlerine, söyleşilere katılmaktan mutlu oluyordum. Her okul başka bir heyecandı. Çoğunlukla çocuk kitapları yazdığımdan hayranlarımız da çocuklardı. Sınıflarda alışık olduğumuz dünyanın en temiz, en doğal, en güzel varlıkları çocuklar; bizlerle fotoğraf çektiriler, imzamızı alırlar, telefonumuzu isterlerdi. Son yıllarda ise e-posta adresimizi alıyor, Facebook’ta kendi listelerine ekliyorlar. Kendinizi en yalnız hissettiğiniz anda, bakıyorsunuz, kocaman bir merhaba, küçücük hayranınızdan çıkıp gelir. İşte güzelliğin resmini çiziverir bu minki merhaba.
Yazarken hep aklımda olan; “Söz uçar, yazı kalır” sözüdür. Yazmanın güzelliğini bu işin içinde olanlar çok iyi bilirler. Bir kez o güzelliği tadın; bunun hiçbir şeye benzemediğini çok iyi anlayacaksınız…