1 Şubat 2022 tarihli yazının devamı.
“Akşehir’in kurulduğu yerde dağ gediği vardır. Gedik yavaş yavaş yükselerek, yarım saat kadar dağın içerisine gider. Bunun sonunda Baştekke adında bir mesire ve yanında da hatırımda kaldığı kaldığına göre Köyceğiz adında küçük bir köycük vardır.
Naima Tarihi bu mesireyi şöyle vasfediyor: “Mahall-i mezbur bir nice taştan yapılmış sedler üzre nir nişimen ve her seddin kenarında nice mizab gibi firivan-ı ab-ı zülal revan olur latif mesiredir.” (Adı geçen yer bir nice taştan yapılmış sedler üstüne oturacak yerleri olan ve her bir seddin kenarında nice oluklar gibi bol berrak soğuk su akar latif bir mesiredir.)
Bağdat fatihi Sultan IV. Murat Hazretleri Akşehir’den geçtikleri zaman sözü geçen mesireden pek çok haz alarak aşağıdaki kıtayı inşad etmiş:
“Behişten kı’adır hakka ki bu işretgeh-i ziba
Buna dahil olan mürde, olupdur zevkle ihya
Muradı feth-i İran’dan kaçan kim gitti Bağdad’a
Teneum eyledi içti bu kevserden saran- asa…”
… Kazanın işlerinden vakit kaldıkça, bu eşsiz yerin lütufkar gölgesinde sığınırdım. Oraya bir hayli fidan diktirdim. Fidanları telef ve tahrip eden köylülerden, belediye meclisince alınan karara uygun olarak her fidan için bir beşlik nakit cezası almakla birlikte, telef edilen her bir fidan yerine üç fidan diktiriyordum. Geçmişteki ziynetine iade, kazaca kabil değilse de, imkân derecesinde kısmen ihya etmeyi pek arzu ettim; harp münasebetiyle kazanın işleri haddinden fazla artmış olduğundan muvaffak olamadığına esef ediyorum.
Akşehir’e İstanbul cihetinden bir saatlik mesafede ve dağ eteğinde bulunan Nadir köyü de burada bilhassa anılmaya değerdir. Köy bağ ve bahçeler içindedir, içinden buz gibi sular çıkan kaynaklar var. Bu kaynaklardan birinin suyu o kadar soğuktur ki, en zinde kuvvetli olanlar ellerini beş altı dakikadan fazla ziyade içinde tutamazlar. Bu köyün üstündeki yaylada yerleşik Yörükler bir aralık bize, yaylada ziyafet vermişlerdi. Biz atlar üzerinde tam bir ihtiyatla yukarıya çıkarken Yörük kadınları, bir ucu boyunlarına takılı yün yumaklarını elleriyle bükerek bir bulvarda yürür gibi inip çıkıyorlardı. Yaylaya çıkınca kendimizi başka bir cihana girmiş bulduk. Kayanın birinde üç dört metre yüksekliğinde takriben yirmi santimetre kutrunda bir su dökülüyor. Bu billur sütunun altında Yörük çocukları gelip geçerek oynuyorlar. Suyun mecrasında söğüt ağaçları, bir kısmında ise bir takım muhtelif cinste bodur ağaçlara sarılmış asama dalları, öbür yönde cana can katan çimenlik… Yörük kızları tarafından örülme kilimler, seccadeler bu çimenliğin üzerine serilmiş. Taze kavrulmuş kahveler ikram edildikten ve biraz dinlendikten sonra, bu letafet Firdevs’inde yemek yedik. Yemeğimiz has yufka ekmeği ile saç kavurması ve tahta sofranın etrafına dizilmiş halis tereyağı, kaymak bal idi. Yemekten sonra namazlar kılındı, tatlı bir uykuya dalındı, biraz daha gezdikten sonra akşamüstü döndük.
Akşehir’de söylenen Türkçede “gelek” ve “gidek” gibi sakil fiiller yoktur ve telaffuz şivesi kulak tırmalayıcı değildir. Fakat her yerde bir kısım tahrif edilmiş tabirler olduğu gibi Akşehir’de de bazı tahrif edilmiş tabirler vardır. Mesela Pazar gününe, Rumca Kiryaki’nin bozulmuşu olarak Girey günü veya İstanbul Pazarı ve Pazartesine Farsça Düşebe’nin bozulmuşu olan Turşanba ve Perşembe gününe Pazar ve bekçiye kullanılır… Perşembe gününe Pazar denmesi, her Perşembe günü Akşehir Kasabası’nda Pazar kurulduğu içindir.”