Eğitmenimiz, okulda bize; camide, sokakta, harman yerinde, soku başında, köy odalarında halka; ders veren öyküler anlatırdı.

Bir gün okuma üstüne şunları söylemişti:

 “Köy Enstitüsü’nde kurstaydım. Öğretmenlerimiz çok iyi insanlardı. Bize arkadaş gibi davranırlardı. Bilmediğimiz her şeyi rahatça sormamız, öğrenmemiz için fırsat yaratırlardı.

Öğretmenler, yöneticiler ve öğrenciler okulca, sınıfça topluca kitap eleştirileri yaparlar, kitabın, okumanın yararı üzerinde dururlardı. Her biri, her derste ayrı ayrı, çeşit çeşit öykü ve masal söylerdi.

İşte onlarından birini aklımda kaldığı kadarı ile ben de şimdi size aktaracağım. Önce OKUMANIN ÖNEMİNDEN başlayalım,” demiş, şu öyküyü anlatmıştı:

“Bir gün Osmanlı sarayında büyük bir yangın çıkmış. Gecenin karanlığında panik içinde kalan padişahın kızı, ne yaptığını bilmez bir halde koşmuş, kendini karanlık bir sokakta bulmuş. Aklını başına toparlamaya çalışmış. Sokağın uç taraflarında bir pencereden dışarıya doğru süzülmekte olan bir ışığı görmüş. O tarafa doğru yürümüş. Sığınmak için kapıyı çalmış.

O evde kendi başına yaşayan, bekâr bir erkek oturuyormuş. Kısa bir süre sonra kapı açılmış. Genç erkek sormuş:

 “Buyurun. Ne istiyorsunuz?”

Padişahın kızı bir kez daha şaşırmış.

 “Ben bir konuğum. Şu anda evimiz yanıyor. Korku içindeyim. Dışarıda kaldım. Bu geceyi burada geçirebilir miyim?” demiş.

Genç adamsa, bu saatte evine güzel bir kızın geldiğini görünce kısa bir şaşkınlık geçirmiş.

Vaktin çok geç olduğunun ayrımına vararak kızı içeriye alıp almamakta biraz düşünmüş:

 “Okuyordum. Dalmışım. Sabah yakın olmalı. Buyurun,” demiş.

Kıza, aynı oda içinde bir yer göstermiş. Kendisi de mumun cansız ışığında kaldığı yerden okumasını sürdürmüş.

Kız gecenin sessizliğinde uyumadan sabaha dek delikanlıyı izlemiş. Genç adamın iki de bir, sıra ile parmaklarını yakarcasına, mumun alevine tuttuğunu görmüş ve çok garipsemiş.

Sabah olup ortalık ışıyınca kızcağız dumanları tütmekte olan saraya koşmuş. Geceleyin yaşadığı olayı babasına anlatmış.

Padişah, kızının söylediklerini çok ilginç bulmuş, yalnız yaşayan gencin yanına gelmiş.

 “Kızım bu gece evinizde kalmış. Onun burada sabahlaması için yardım etmişsiniz, ama onunla hiç ilgilenmemiş, sabaha dek kitap okumuşsunuz. Bir yandan da sık sık parmaklarınızı mumun alevine tutmuşsunuz. Bu davranışınız kızımın çok ilgisini çekmiş. Doğrusu bunu ben de merak ettim. Parmaklarını niçin mumun alevine tuttuğunuzu anlatır mısınız?

Delikanlı şöyle söylemiş:

 “Kapımı gecenin köründe Tanrı’nın bir konuğu çalmıştı. Baktım, o bir kızdı. Kimin nesi olduğunu bilmiyordum. Yoğundum, yorgundum, okuyordum. Kapıyı açtım, ona yer gösterdim, yeniden kaldığım yerden okumaya daldım. Uykum geldikçe okumayı bırakmamak, uykumu dağıtmak için parmaklarımı mumun alevine tuttum.”

Bu genç adamın anlattıkları padişahın çok hoşuna gitmiş.

 “Aferin sana. Okuyana canım kurban,” demiş.

Kızını okumayı çok seven o genç adamla evlendirmiş. ”