Trablusgarp Savaşı veya diğer adıyla 1911-1912 Türk-İtalyan Savaşı, 1911-1912 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu ve İtalya Krallığı arasında geçen bir savaştır. Adı, "Trablusgarp Savaşı" olmasına rağmen çarpışmalar Trablusgarp dışında Adriyatik Denizi, Ege Adaları, Çanakkale Boğazı ve Kızıldeniz gibi farklı bölgelerde de sürmüştür. Diğer büyük devletlerin ve I. Balkan Savaşı'nın patlak vermesi sayesinde savaşı kazanan İtalya, Osmanlı Devleti'nin Trablusgarp Vilayeti'ne bağlı Trablusgarp, Fizan ve Sirenayka bölgelerini ele geçirmiştir. Bu bölgeler hep beraber birleşip gelecekteki Libya devletini oluşturacaklardır.
Akşehirli her zaman ve her koşulda vatanın yüksek menfaati için canı ve kanını severek bu topraklar için akıtmıştır. Gerek Osmanlı dönemin son zamanlarda, gerekse de 1. Dünya savaşında, İstiklal Harbinde, kanlarını ve canlarını bu vatan için vermekten çekinmemişlerdir. Savaşların sonunda kimisi kolsuz, kimisi bacaksız döndüğü gibi, kimi Akşehirli de Türk vatanın kutsal bağrında nice şehitler ile koyun koyuna yatmaktadır. İşte, vatan savunmasında en ön saflarda dahi çekinmeden savaşanlardan birisi de Akşehirli Dortluoğullarından Arif’tir. Askere alındığında, İzmir Eşrafından Leyla ile evli olan Genç Arif, silahaltına alındığında eşi de hamiledir üstelik ve 10 yıl tam 10 yıl Akşehir’e gelememiş, anne karnında bıraktığı evladını 10 yıl boyunca görememiştir. İlk önce Menemen’e daha sonra Konya’ya ve daha sonra Libya Çöllerinde milli vazifesini yerine getirmiştir Akşehirli Arif. İtalyan kuvvetlerin işgal ettiği Trablusgarp’ta 4 gün boyunca şehit olan arkadaşlarının başında beklemiştir, mermisiz kalmıştır, aç kalmıştır, yayan kalmıştır ama milli şuur, vatan aşkı her şeyden üstün gelmiştir. Ordu terhis edilince memleketine dönmüş, dönerken yanında görev yaptığı alayın sancağından kopan ay yıldızı yanında getirmiştir…
Milli Mücadeleden Günümüze Akşehirli Şehitler ve Gaziler adlı eser için yolumuzu almışken, nice Akşehirliyi savaşlar tarihinde ararken buldum Arif Dortluoğlu’nu. Akşehir’in sevilen simalarından Selçuk Mahallesi Muhtarı Mehmet Sürmeli, dedesinden kendisine miras kalan Akşehir beyefendiliği ile Dursuncuğum, benim dedem de gazi deyince fotoğraf makinemi da yanıma alıp dükkânına vardım… O anlattı, o anlatırken bir kez daha gurur duydum Akşehirli olmaktan. Anlatırken Mehmet Sürmeli, zaman zaman gözlerinde ki o gururu gördüm…. İşte Trablusgarp’ta savaşan madalyalı kahraman Arif Dortluoğlu’nun yaşadıklarından torununa aktardığı kadarıyla bir kahramanlık öyküsü:
“Dortluoğullarından Arif benim annemin babasıdır, dedemdir. Dedem 1886 yılında Akşehir’de doğmuştur. İzmirli Leyla ninem ile evlenmiştir. Dedem ilk olarak askerlik vazifesine Menemen’de başlamıştır. Daha sonrasında ise Konya’da bulunmuş ardından Trablusgarp savaşı patlak verince Trablusgarp’a gönderilmiştir. Dedemin anlatımı ile askere alındığında Leyla Ninem hamile imiş, eşini ve hiç görmediği evladını bırakıp askere gitmiş. Dedem eşini ve hiç görmediği evladına duyduğu bu özlemi bizlere anlatırken, gözleri dolar, vatan borcu namus borcudur derdi. Dayandım hasretliğe ama gelin birde bana sorun derdi. Dedem Trablusgarp’ta bulunduğu günlere dair elbette ki unutamadığı anıları vardı. Bunlardan ilki ise şuydu. Tabi savaş esnasında şehitlerimiz ve gazilerimiz oluyor. İşte şehitlerimizin olduğu bir günde savaş nedeni ile şehitlerimiz gömülemiyor. Dedem şehit olan 4 arkadaşının başında nöbet tutuyor. 4. günün sonunda şehitlerimizi üniformaları ile birlikte defnediyorlar. Yaşadığı bu acı hadise yıllar boyunca aklından hiç çıkmıyor. Yine savaş esnasında mermilerinin bittiğini sıkça söz ederdi. Dedem askerde iken ninemiz Leyla oldukça zor günler geçiriyor. Ninem bunları anlatmıştı. Dedem Arif’i beklediği ve haber alamadığını ölene kadar anlatmıştı..
Savaş bitiminde dedem de Akşehir’e dönüyor. Hatırladığım kadarı ile 1914-15’li yıllar. Trenle Akşehir’e geliyor. Ve geçen hasret yüklü 10 yıldan sonra eşine ve 10 yaşına giren kızı Ruziye’ye kavuşuyor. Askerden gelirken kırılan alay sancağının ay yıldızını ve kemikten yapılmış çatal bıçağını hatıra olarak yanında getiriyor. Osmanlı Devleti, dedemi bu savaşta bulunduğu için bir madalya ile ödüllendiriyor. Madalyanın muhafazasını ben yapıyorum. Yine dedemin askerden getirdiği kırılan sancağın ay yıldızı ve diğer eşyalarına da savaş hatırası olarak saklıyorum.
Türkiye Cumhuriyeti kurulunca dedem Akşehir’de bir kahvehane çalıştırmaya başlıyor. Aklı yeten Akşehirliler Kızlar Kahvesini bilirler. Günümüzde bu kahve Anıt alanında bulunan BİM marketinin olduğu yerde idi. Bu kahvede Ermeni kızlar garsonluk yaptığı için, kahvehanenin ismi Kızlar kahvesi olarak adlandırılmış. Dedem Akşehir beyefendisi, kibar bir insandı. 1968 yılında ebedi âleme göçtü. Kabri Nasreddin Hoca Mezarlığındadır. Cenazesinde askeri bir tören yapılmamıştır.”