Sabah kalkıp kahvaltı hazırladım. Ayşegül kalkınca birlikte masaya oturduk. Kahvaltı sırasında komiser Selçuk’u sordum. Bir yıl sürmüş, ayrılmışlar. Sonra da tayini çıkmış gitmiş buradan. Bizim kızın ilk defa âşık olduğunu anladım. Komiserden sonra hayatına kimse girmemiş. Kahvaltıdan sonra o büroya geçti, bende arabaya atladım Kadıköy’e gittim. Bir gayrimenkul danışmanlığına girip, Kadıköy de dükkân aradığımı söyledim. PC den birkaç dükkân baktık, birisi hoşuma gitti. Dükkân tam aradığım gibiydi, aşağıda bir kat daha vardı. Hemen tutup, kontrat yaptım. Evimdeki kitaplığı yaptırdığım mobilyacıyı aradım. Dükkâna göz atıp ölçüleri aldı. Kitaplık siparişini de verdim. Kamil Reise uğradım, balığa çıkmış. Eve geçtim, bir kitap seçip dünyaya kapılarımı açtım.
Akşam Ayşegül geldi, yüzünde bir gariplik vardı.
“Hayırdır?”
“Ela, Selçuk geldi.”
“Nereye?”
“Hukuk bürosuna geldi. Odamda bir müvekkilimle konuşuyordum. Bir anda içeriye girip, beni unutamadığını söyledi vee bana evlenme teklif etti.”
“Sende kabul ettin.”
“Evet.”
“Çok sevindim, Ayşegül. Tebrik ederim.”
“Teşekkür ederim canım. İnşallah bir gün Komutan da çıkar gelir.”
(…)
“Ela ben Selçuk’la buluşacağım. Sonra da kendi evime geçsem…”
“Benim için hiç sorun olmaz. Canım benim keyfine bak.”
“Sağ ol canım, aklım sende yinede.”
“Kalmasın aklın bende. Aslında iş bitince söyleyecektim ama şimdi söyleyeyim.”
“Ne oldu?”
“Dükkân açıyorum.”
“E süper, peki ne üzerine?”
“Sahaf açacağım. Kitaplar bana çok iyi geliyor. Belki birkaç kişiye daha ilaç olur bu kitaplar.”
“Hayırlısı olsun canım. Çok sevindim. Gerçi büroya dönsen daha çok sevinirdim ama…”
“Haydi git, adamı bekletme, yoksa bir daha kaçırırsın elinden.”
Ayşegül gittikten sonra kendime bir pizza söyledim. Sonra oturup bir şişe şarap açtım, ilk defa yazmak istedim. Açtım laptopu. Yazar mısın demişti bana, yazmaya başladım.
“Bu dünyada yaşamak için illa önce ölmek mi gerekiyordu? Yoksa yaşamasını biz mi becermedik? Ayakta kalmak için illa güçsüzleri ezmek gerekiyor. Güçlünün yaşayabildiği bu hayatı güçsüz olarak çırpınarak geçirmek, sonunda mücadeleden yenik düşüp elini eteğini çekmek için illa yaşlanmak mı gerekiyor? Hayat; her yaşta, her yerde ezmek isterse eziyor. Güçlü, güçsüz, zengin, yoksul, erkek, kadın, genç, yaşlı, hatta çocuk bile olsan ayırt etmiyor. İstediği yerde istediği zaman seni un ufak ediyor. Bunun adına kader deyip geçiyoruz. Hayata direnmek kimin haddine ki?
Diyorlar ki! Zaman en iyi ilaçtır. Peki, zamanın kendisine ilaç var mı? Hani şu bir türlü geçmeyen zamana… Hani şu geçerken bile senden her an bir şey götüren, yerine hiçbir şey koymayan, üzerine bir de imzasını atan zamana… Sonra bir türlü geri gelmeyen elinden kaçan zamana…
Ben zamana çare bulamadım.
Zamansız gel sevgili,
Sorgusuz, sualsiz gel.
Ne olursan ol, yine gel
Mevlana idim, Şems idim…
Leyla’n oldum gel…
Yunus idim, Yakup idim,
Ayrılığın şahı oldum.
Yusuf idim, kuyulardan çıktım
Çöllerinde kayboldum.
Duygularımı kaybetmeden,
Yokluğunda kaybolmadan,
Susuzluktan yok olmadan,
Zamansız gel sevgili,
Gel, ne olursan ol yine gel…”
Sabah kalkıp, dükkânıma gittim. Temizliğe başlamak içim kolları sıvadım. Kapıda Ayşegül göründü.
“Kahvaltı yaptın mı?”
“Yok yapmadım.”
“Çay söyleyebileceğimiz bir yer var mı?”
“Yan tarafta kahve var oradan söylerim.”
“Tamam, bende sana patatesli poğaça aldım.”
“Süper de nerede yiyeceğiz.”
“O da sorun mu Filozof Hanım? Hemen bir sandık ayarlarız.”
“Ooo Kamil Reis, sonunda karaya ayak basmışsın.”
“Ee bize kara biraz geç göründü be evlat, ne yapalım?”
“Ayağına sağlık üstadım, hemen çay söyleyeyim ben.”
Çayları söyledim. Kamil Reisin gelirken elinde getirdiği sandığı koymuşlar. Yerlere kartonları serip oturduk. Uzun zamandır ilk defa keyifli bir kahvaltı yaptım. Kahvaltıdan sonra Ayşegül büroyu arayıp randevularını iptal etti. Hep birlikte dükkânı elden geçirdik. Öğlenden sonra mobilyacı geldi. Kamil Reis balığa çıkmak için izin istedi. Akşam bizi mükellef sofrasına davet etti. Ayşegül Selçuk’u da getirmek istediğini söyledi. Kamil Reis memnun olacağını, dosta her zaman sofrasında yeri olduğunu söyledi. Saat 15.00 de duruşması olduğunu son anda hatırlayan Ayşegül, apar topar adliyeye gitmek üzere çıktı. Bende hem ustalara hem kendime bir çay söyledim. Dışarıda oturup Kadıköy’ü izlemeye başladım. Yağmur kokusuyla dolu havayı soluyup, çayımı yudumladım. Cemal Süraya’nın dizeleri aklıma geldi.
“Unutulmadık bir gün olsun bugün,
Bir çay söyle, yağmurların kokusunda.”
Akşam ezanı okunurken ustalar son işlerini yapıyorlardı. Ayşegül arayıp, Selçuk’la Kamil Reisin oraya geçtiğini söyledi. Sofrayı bensiz kurun, rakıya yetişirim dedim. Arkasından Esra aradı. Hatırımı sormak istemiş. Kasabadayken telefonum kapalı olduğu için Ayşegül’den alıyormuş haberimi. Bir de arada ben aradığımda... Evra da Esra da beni çok özlemiş. Şimdi çok sevinmişler. En kısa zamanda geleceklermiş. Bende onları çok özlemiştim. Kasabadayken ara sıra aramış nasıl olduklarını sormuştum. Kopmamıştım kardeşlerimden ama yakında olamamıştım. Gelmelerini çok isterdim. Burnumda tütüyorlardı. En son Muğla da görmüştüm onları. Aradan onca geçen zamanda ikisi de öğretmen olmuşlar. Benim küçük ikizlerim büyümüşler…
Ustalar işini bitirince, rafların tozunu aldım. Batan yerleri tekrar temizledim. Kamil Reisin teknesine doğru yürümeye başladım. Teknenin oraya gelip durdum. Kamil Reis, kurmuş sofrayı, bizimkilere Orhan Veli Kanık’ın şiirini okuyordu.
Gemiler geçer rüyamda,
Allı pullu gemiler, damların üzerinden;
Ben zavallı,
Ben yıllardır denize hasret,
Bakar ağlarım.
Hatırlarım ilk görüşümü dünyayı,
Bir midye kabuğunun aralığından:
Suların yeşili, göklerin mavisi,
Lipanaların en harelisi…
Hala tuzlu akar kanım,
İstiridyenin kestiği yerden.
Neydi o deli gibi gidişimiz,
Bembeyaz köpüklerle, açıklara!
Köpükler ki fena kalpli değil,
Köpükler ki dudaklara benzer;
Köpükler ki insanlarla
Zinaları ayıp değil.
Gemiler geçer rüyalarımda,
Allı pullu gemiler, damların üzerinden;
Ben zavallı,
Ben yıllardır denize hasret.
“Bensiz başlamışsınız…”
“Sensiz başlayamadık evlat. Balıklar bile seni bekliyor.”
“Kusura bakmayın ancak bitti işim.”
“Kusur yok, hoş sohbet var, gel”
Selçuk’u görmek geçmişin geçmeyen acılarını bir kez daha kanattı ve yine kanım içime aktı. Herkesle tokalaşıp yerime oturdum.
“Seni iyi gördüm Ela!”
“Evet, son gördüğünden iyim, bu arada tebrik ederim. Arkadaşımı çok mutlu et olur mu?”
“Hiç merak etme.”
“Eee üstat, demek gemiler geçer rüyalarında?”
“Denizcinin gönlünden, gözünden, rüyasından başka ne geçer evlat?”
“Haklısın, bende geçen rüyamda Raskolnikof’u gördüm, ondan sahaf açmaya karar verdim.”
Herkes güldü, Kamil Reis ve Ayşegül’ün gözlerinin parladı. Bu sahaf dükkânı bana iyi gelecekti.
“Ne dedi bizim Raskol sana?”
“Bugüne yaptıkların bir halta yaramadı, bari topluma yaralı bir şey yap dedi.”
“Ağır konuşmuş evlat.”
“Sorma üstadım. Korkudan sabahı dükkân buldum. Allah muhafaza bir sonraki gün elinde baltasıyla falan çıkar gelir.”
Ortam yumuşamış, Selçuk üzerindeki gerginliği biraz atmış görünüyordu.
“Doldur kadehi be üstat, gözlümüzün kilidini kıralım bu gece.”
“O zaman gönüle laf geçirelim,”
“Gönüle laf geçer mi be üstadım?”
“Geçer geçirmesini bilene…”
Hoş sohbet bol muhabbet, bir de efkâr vardı masa da. Selçuk ortamı sevmiş görünüyor, Ayşegül de bu durumun tadını çıkarıyordu. Sanki Kamil Reisi yıllardır tanıyormuş gibi bir havası vardı. Selçuk ve Ayşegül birkaç kadeh içip müsaade istediler. Kaldık biz bize…
“Anlat bakalım evlat, son ahvali halin nedir?
“Ne olsun be üstadım. Bütün kelimeler tükenmiş sanki. Söylenecek ne varsa, biri benden önce söylemiş, benden önce yazmış. “
“Yenilerini bulmak için sabretmek gerekir, evlat. Vardır bir yerlerde söylenmemiş, söylenememiş sözler. Şairini bekler.”
“ Ya ben geç kalmışsam o sözlere, ya birileri onları da söylediyse. Ya hayat beni sadece oyalıyorsa, ya bana da yalan söylediyse…” Bir yudum aldım;
“Hayat bize yalan söylerken çok samimiydi be üstadım.”