Annesi bulaşıkları bitirdiğinde onların da oyun zamanı doldu. Babaları elinde bulmaca, çayını yudumluyordu. İçeride abisi ödev yaparken küçük kız da oyuncaklarıyla evcilik oynadı. Yumuşu babasıydı. Yanındaki gelinlikli naylon bebeği annesi, küçük sevimli ayıcığı abisiydi. Kendisi için oyuncak seçememişti. Bir gün babasına barbi bebek aldıracaktı, o zamana kadar küçük kız kendi kendini canlandıracaktı.
Kafasını kaldırıp ailesine baktı. Annesi Gülcihan esmer tenli, kahverengi gözlü, zayıf bir kadındı. Üçgen bir yüzü vardı. Öyle çok konuşmazdı. Hep üzgün dururdu. Bütün gün evin işlerine koştururdu. Hiç bitmezdi işi. Annesinin kendisine sarılacak zamanı bile kalmazdı. Abisi olmasaydı yalnız kalırdı herhalde. Babası Medet ise yeşil gözlü, hafif kel, yuvarlak yüzlüydü. O da işten geldi mi yemeğini yer, kardeşiyle çayını içer, sonra da oturur ya bulmaca çözer ya da uyurdu.
Amcası Ahmet ile aynı avlu içinde oturuyorlardı. Eskiden yemekleri beraber yerlerdi ama amcası ikinci eşiyle evleneli beri ayrı yiyorlardı. Semiha Yenge gelince Büyük Yengesi gitti. Şimdi artık ayrı oturup kalkıyorlar.
Büyük Yengesini çok severlerdi, o da onlara kıyamazdı. Onları kendi çocukları gibi görüyordu. Büyük suçmuş herhalde çocuğunun olmaması, onu da böyle cezalandırmışlar. Bu yüzden gitmiş zaten yengesi.
Abisi ödevini bitirip kitabını defterini çantasına koydu. Bardakları kaldıran annesi de yataklarını yaptı. Herkes yatıp ışıklar kapanınca küçük kızın gözüne uyku girmedi. Abisini gıdıklamaya başladı. Abisi de karşılık verince kıkır kıkır gülmeye başladılar.
Babaları birkaç kez homurdandı, baktı susmuyorlar; “Çocuk susun!” diye bir bağırdı. İkisinde de anında ses kesildi. İşte tam o anda gördü.
Gözlerini açtı kapattı. Hayır, gitmedi hala oradaydı. Ağlayarak ellerini gözlerine sıkıca bastırdı, sonra tekrar açtı ama hala oradaydı. Gülümseyerek küçük kıza bakıyordu. Elinde kocaman tespihi çekerek küçük kızın sakinleşmesini bekliyordu. Yatır Dede sanki rüyalara giren aksakallı dede gibiydi. Aslında korkunç değildi ama küçük kız kendine hakim olamıyordu. Uzun bembeyaz sakalı vardı, elinde kocaman tespihi, üzerinde yeşil cübbesi, başında ise sarığı vardı. Küçük kız gerçek mi rüya mı anlamadığı için abisine seslendi ama abisi uymuştu.
Annesi; “Yat uyu. Bir şey yok, hayal o“ dedi. Annesi sarılarak yatırdı ama o yine Yatır Dedeye bakmaktan kendini alamadı. Evet, hala oradaydı ve elini küçük kıza uzatmıştı; “Ağlama yavrum, dile benden ne dilersen“ diye sordu. Küçük kız artık hıçkırmaya başlayınca kayboldu.
O zamanlar çocukluğunun kurbanı oldu dilekleri. Çocukluğu ise ona ait olmayan bir nefretin kurbanıydı. Yatır Dede bir daha hiç görünmedi. Ama kız şimdi dilese dileğini, Yatır Dede duyar mıydı onu?
Bir mucize olsa, çocukluğumu bana geri verseler, iyi olan anıları alıp kötülerin üzerine basarak yeniden büyüsem! Mümkün mü?
Belki duyardı…