An anı kovalıyor, zaman zamanı bir su misâli zaman akıp geçiyor. Pazartesi, salı, çarşamba derken haftalar bitiyor. Günler günleri sürüklüyor, zaman zamanı. Aylar birbirini kovalıyor, Ocak, şubat, mart derken yıllarımız yıllarımızı. Nereden nereye gelmişiz? Sürüklenen bir zaman döngüsünde ilerliyoruz. Zaman akreple yelkovanın yarışı.
Zamanı durdurmak elimizde değil. Zamanın kıymetini biliyor muyuz? Ya geçmişin güzelliklerini.
Sabah daha olmadı, in cin uyanmadı. Şehirde öyle bir sessizlik, sakinlik. Şehir uykuda.
Sabahın ilk saatlerinde uyanışım. Ezanlarla uyanıyorum. Oysa ne kadar geç uyusam da sabah ezanlarla uyanırım. Bu benim saltanatım. Bu süre belki bir saat kadar sürer. Şehrin güzelliğini erkenden yakalamak benim için mutlulukların en güzelidir. Mahallemizin en erkencisi ben miyim? Benden erkenci mahallemizde bulunan Fırıncı Fatma Abladır. Sabahın erken saatlerinde fırının önüne at arabaları ile hamurlar yoğrulmuş hamur teknelerinde ekmek yapmaya gelen bu güzel şehrin analarıdır. Benden erken uyanan at arabacılarıdır. Şimdi Akşehirlilerin çoğu bilmez. Ben söyleyeyim; Şehrin Faytoncu Sabri Ağabeyidir. Faytoncu Sabri’nin bir de posta taşıyıcılığı vardır. Sabahın erken saatlerinde kalkar ve postaya gider. Gece postasına. Gece postasını bilmeyen olabilir. Gece yarısı Akşehir Garına Posta Treni gelir. Şehre gelen postalar torba torba posta treninden atılır, Gece yarısı kalkıp, faytonu hazırlayıp da postaya gideceksin. Herkesin tatlı uykusunda olduğu bir zaman. Çoğumuz sabah işe saatleri kurup çaldığında bile bir beş dakika daha uyuyayım dediği zamanlar. Faytoncu, Postacı Sabri’ye yaz kış böyledir. Kar yağmış, yağmur yağmış, fırtına çıkmış ne olursa olsun o postaya gidilecek. O istasyon yolu ki yolun iki yanı ağaçlıklarla çevrili. Ne de güzelmiş o yol. Yemyeşil iki yanı ağaçlarla çevrili. Yol boyu ağaçlarla kaplı. Posta gelecek ve gideceksin. Hiçbir gün de posta tam da zamanında gelmez. Bazen bir saat geç kalır bazen iki saat rötarlı, illaki geç kalacak. Posta treni, garın yanındaki ağaç altında bekle. Nadir zamanlar tam zamanında gelir. Kolay değil! Trenden posta çuvalları atılır, posta çuvallarını alıp faytona koyacaksın. Sonra uzun karanlık bir yol. Faytonla karanlık yolları aşarak geleceksin. Mahallemizin belki de şehrimizin en erkencileri Faytoncu Sabri, Fırıncı Fatma abla yine Fırıncı Hayriye Abla. Bir de kahvesini açan Kahveci Hamdi Efendi.
Sabahın ilk saatlerinde güneş doğmamış, renkler belirmemiş. Şehrin ilk sessizliği. Gecenin sessizliği. Gün yavaş yavaş aydınlığa bürünmeye başlar. Artık aydınlanmaya başlayan şehir ile gece lambalarının da yanan aydınlığı kayboluyor, forsu kalmıyordu,
Çöp arabalarının sesleri gelir. Aklınıza çöp taksiler gelmesin. Kocaman tekerlekleri vardır iki yanda. Bir at çeker. Çöpler bu çöp arabalarına konulur. Tıkır tıkır dolaşırlar mahalle aralarında. Sonra çocuk sesleri birbirine karışır. Tabi o zamanlar çocukları toplamaya gelen okul servisleri yok. Öyle geç kalan çocuğa korna basan şoförler de yok. Evler çocukların ilkokullara yakın. Her çocuğun elinden tutan ya annesi var ya babası. Çocuklar okullarına gidecekler birer birer. Sabahları gün ışırken hep böyledir. Bir yaşam mücadelesi. Sabahın yorgunluğunda Güldane ablanın kapısının önünde oturan bir çöpçüye her zaman olduğu gibi Güldane abla çay ve bir tabak da bisküvi getiriyor. “Yorgunluğunu alır.“ diyor, Çöpçü saygılı “Allah razı olsun!” diyor.
Sabahın ilk saatlerinde sesler duyuyorum. Belli belirsiz, anlamsız. Kulağı tırmalayan sesler, bir uğultu, bir gürültü. Kalabalık, karmaşa. İşe yetişme telaş ve heyacanı. Daima bir iç sıkıntısı. Bitmeyen bir yorgunluk. Stress. Bir koşuşturma hayat!
Zaman bir su gibi akıp geçiyor. Su gibi akan zamanın içinde adeta yüzüyoruz.
Zamanın geçtiğini ancak aynalarda hissedebiliyoruz. Onu da geçerken değil a! Aynalara bakıyoruz ki şakaklar kırlaşmış, yüzde çizgiler, alındaki kırışıklıklar, hastaneye gidip geldikçe hastalıklarda, belimiz yanımız ağrıdığında anlayabiliyoruz zamanın akıp geçtiğini.
Sabahın ilk sessizliği bizi ne kadar geçmişe götürse de bir de bakıyoruz ki meğer ne boş gereksiz kişilere değer vermişiz, ne kıymet bilmezlere kıymet vermişiz. Ben bu yanlışların insanı değildim diyorsun. Olamam, diyorsun ya olmuşsun işte! Hayat!
Sabah sessizliği yıllardır yaşamadığım güzelliklere götürmüş, Postacı Sabri’ye, Fatma ablaya, Fırıncı Hayriye’ye. Akşehir’in ilk çöp arabalarına, çöpçülerine. Yıllardır yaşamayan bir insan gibiyim. Yaşarken yaşamayan. Sanki yaşamamış biri. Ben, sen, o, biz, siz…
An anı kovalıyor, zaman zamanı bir su misâli zaman akıp geçiyor. Pazartesi, salı, çarşamba derken haftalar bitiyor…. ( 20/07/2024 –Akşehir)