Türk Edebiyatında, bir edebi topluluğun oluşmasına ortam hazırlayan ve bu topluluğa adını veren ilk dergi Servet-i Fünun'dur. Servet-i Fünun topluluğundan (1896-1901) başka, Fecr-i Âtî (1909), Şairler Derneği (1917) ve Yedi Meşale (1928) topluluklarının yayın organı da olan dergi, Türk basının en uzun ömürlü süreli yayınlarından biridir.
Edebiyatımızda ve basın tarihimizde pek çok "ilk"te Servet-i Fünun damgası vardır. Servet-i Fünun, 27 Mart 1891-26 Mayıs 1944 tarihleri arasında yayımlanmış fen, magazin, sanat ve edebiyat dergisidir. İstanbul'da haftalık olarak yayımlanan Servet-i Fünun, zaman zaman yayınına ara vermek zorunda kalmıştır. Yarım yüzyılı aşan yayın hayatı boyunca (54 yıl) 2 bin 464 sayı çıkmıştır.
Derginin 294-295. sayfalarında da Akşehir’e yer verilmiştir. Derginin kurucusu ve yazarı olan Ahmed İhsan (Tokgöz) Alem Matbaası’nın ortaklarından olan arkadaşı Asım ile birlikte Akşehir’e gelmişlerdir. 1896 yılında gelen iki dost, Akşehir’i gezerek notlar almış ve çeşitli fotoğraflar çekmiştir. Gezi yazısında Nasreddin Hoca türbesi olmak üzere gördüklerine yer vermiştir. Bir önceki yazımda Ahmed İhsan’ın Nasreddin Hoca ve türbesi hakkında yazdıklarına yer vermiştim.
Ahmed İhsan ve arkadaşı Asım, Akşehir ile ilgili yazdığı gezi notlarında, Akşehir’de geçirdikleri ilk günü şu şekilde anlatmışlardır:
“Akşehir’e saat 6:30 vasıl olmuş idik. Akşehir’e 4- 5 saat uzaklıkta bulunan Yalvaç’tan bir arkadaşımız gelecekti. Sevgili arkadaşımızı bulmayı ümit ederken kendisini göremeyince, Asım’la beraber üzülmüştük. Bu üzüntüyle geceyi geçirmek üzere girdiğimiz bir hanın sefil manzarasını daha şiddetli bulduk (üzüldük). Odalar pek ufak ve dar, hele yataklarına bakılır gibi değildi. Hancıyı çağırdım. Yatakların temizlenmesini nazikçe ihtar edince, bunun neresi kirli diye bir sual sorunca susmak istesem de, yatağın üzerinde kuyruklu, renkli bir misafirin yorgan üzerinde arzı endam etmesi benim hiddetimi son dereceye getirdi. Bu görüntü karşısında herifte bir utanma olmadı. Hancı; “Burası handır, her şey bulunur” demesin mi? (Daha önce Seyyahların Gözünden Akşehir adlı yazı dizimde, Akşehir’e gelen pek çok seyyahın Akşehir’de bulunan hanların hijyenden yoksun olduğunu belirttiklerine yer vermiştim. Ahmed İhsan ve arkadaşı Asım da Akşehir’de bulunan hanlardan oldukça muzdarip olmuşlardır.) Artık söz yoktu. Geceyi geçirecek iyi bir yerin Akşehir’de bulunmaması ve beklediğimiz kişinin gelmemesi beni ziyadesi ile sıkmıştı. Asım’ın elinden tuttum geceyi dışarıda geçiririz dedim. Handan çıktık. Çarşıyı boydan boya katettik. Maksadımız şehri güzelce görmek için yüksekçe bir noktaya çıkmak idi. Tutuğumuz yolun gittikçe yükselmesi, biraz sonra bizi arzumuza nail edeceğini anlıyorduk. Deresinden bolca su akan bir sokağa girdik. Suyun geldiği tarafı takip ediyorduk.
Akşehir, Konya’ya tabi bir kaza merkezidir. Kasaba dağ eteğinde bulunuyor. Kasaba bu boğaz içinde yayılarak yukarı doğru çıkıyor. Gittiğimiz bu yolda bizi Akşehir’in eteklerine yayıldığı dağa doğru götürüyordu. Şehrin içinden çıkmadan boğaz teşkil etmişti. Yukarıdan gelen bir başka büyükçe su açıkta akıyor ve orada bir değirmen çeviriyor idi. Biz yürüdükçe değirmenler çoğalmaya başladı. Hesabımıza göre su kaynağının birçok değirmen çeviriyordu. Sol tarafımızda büyükçe bir hamam tesadüf etti. (yazar burada Gavur Hamamının yol üzerinde bulunduğunu anlatmaktadır.) Evlerin damı genellikle kiremit ile yapılmış ise de korunmaya mahsus bir takım düzenli olmayan çardaklarla garip bir manzara oluşturmaktadır. Girdiğimiz mahalle Hıristiyan Mahallesi idi. Asım’la durduk. Zira aralıksız yürüdüğümüz halde, bakması güzel bir noktaya varamamıştık…”
Devam edecek…