Çocukluktan gençliğe adım attığım yıllarda, Sovyetler Birliği karşıtı bir hikaye çok meşhur olmuştu. “Komünist Rusya’da, bir erkek akşam evine gittiğinde eğer portmantoda bir başka erkek şapkası görürse evden çıkar gider, ahlak bu kadar yozlaşmıştır” denilirdi. Sonra Dallas isimli bir Amerikan dizisi TRT ekranlarından yayınlandı da hikayenin aslında A.B.D.’de yaşanabileceği gerçeği anlaşıldı. Şimdi de İstanbul Sözleşmesi için bazı tevatürler var.
Sözleşmeyle kadına, karşı cinse karşı her türlü suçlama yapma hakkı verildiği iddia ediliyor. Oysa düzenleme sadece kadını değil, tüm aile fertleri ve özellikle çocukları kapsıyor. Bunu ben demiyorum; Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kızı Sümeyye Erdoğan Bayraktar’ın Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı olduğu Kadın ve Demokrasi Derneği (KADEM) diyor. KADEM’in yönetim kuruluna baktığınızda; üyelerin tamamının, en az iddia sahipleri kadar akıl ve izan sahibi insanlar oldukları görülüyor.
Sözleşmenin cinsiyetsizliği savunduğunu, LGBT gibi yönelimlere kapı araladığını düşünenlere yine KADEM, şu açıklamayla yanıt veriyor:
“Sözleşme, üçüncü bir tür oluşturmaya ya da LGBT eğilimlerini hukuk normu olarak belirlemeye veya teşvik etmeye yönelik herhangi bir hüküm taşımamaktadır. Aynı cinsiyetten olan çiftlerin yasal olarak tanınması da dahil olmak üzere cinsel yönelimle ilgili olarak ortaya yeni standartlar koymamaktadır. Bu sözleşmenin eşcinsel yönelimlerin meşrulaşmasına sebep olduğunu iddia etmek ise en hafif tabirle kötü niyetliliktir. “Cinsel yönelim” kavramı sadece Sözleşme’nin 4. Maddesinde geçmektedir. Maddede, şiddet ile mücadelede hiç kimseye ayrımcılık yapılmaması; din, dil, ırk, vb. pek çok unsurla birlikte, toplumsal cinsiyet ve cinsel yönelime dayalı şiddetin de kabul görmemesi gereği vurgulanmıştır. Zaten herhangi bir insanın şiddetten korunma şemsiyesinin dışında tutulması düşünülemez.”
“Bu sözleşmenin eşcinsel yönelimlerin meşrulaşmasına sebep olduğunu iddia etmek, en hafif tabirle kötü niyetliliktir.” Ben demiyorum, KADEM diyor ama ben de katılıyorum zira sözleşmede olduğu iddia edilen maddeler, aslında yok! Zira bu durumun, inandığı dinin kutsal kitabını kendi dilinde okuyup anlamak yerine “bir bilene” sormakla yetinmekten ve söylenene inanmaktan bir farkı da yok.
İnanıyorum ki; o veya bu nedenle İstanbul Sözleşmesi’ne karşı çıkanların büyük bir bölümü de hiç kimsenin, şiddetten korunma şemsiyesinin dışında tutulmasını istemezler. Lütfen okuyup anlamaya çalışalım ve sözleşmenin gerekli olduğuna inananların açıklamalarına da kulak verelim.
Unutmayalım ki; kapının arkasında, içerisinde kıyafetlerinin olduğu bir valiz bulundurmak zorunluluğu ve şiddet görme korkusuyla yaşayanlar, genellikle kadınlardır. Yardım eli bekleyenler de şiddet gördüğü eşinden boşandığı halde canını kurtaramayan kadınlar ve aile içi şiddet gören ya da bazı yüz karası kurslarda tacize uğrayan çocuklardır.
Hem her şey bir tarafa; bu sözleşmenin altına imza atan devletlerden biri ayrılmak istediğinde sormazlar mı, imzalarken aklın neredeydi diye?