Seksen yaşındaki bir amcanın derdi son günlerine yaklaşırken yaşadığı yalnızlığıydı. Eşi vefat edeli yıllar olmuş, çocukları ise yuvasını kurmuş geçiminin derdine düşmüştü. Kendisi ise yalnızlığıyla baş başa kalmış geçmiş günleri yad ederek vakit geçiriyordu. Vakit geçirmek onun için sadece sözde kalıyordu. Yani cümle şu şekilde kurulmalıydı. "sözde vakit geçiriyordu"
Sadece yalnızlığıyla kalsa iyiydi. Bir yanda hastalığı yüzünden nefesi daralıyor kimi geceler daha da uzun sürüyordu. Yemeğini gelini getirse de iki lokmadan sonra geriye kalan boğazından geçmiyordu.
Bazı geceler uyuyamıyor her uyandığında bir demlik çay demleyip, yanında da sigarasını yakıyordu. Onun tek isteği hiç gece olmasın. Çünkü yalnızlık kimi insanlara gece uğruyordu.
Seksen yıllık ömrünün ne kadarı yalnızlıkla paylaşılmıştı? Aslında şöyle bakarsak yalnızlık hep yanımızdaydı.
Bir kalabalığın içinde hep yalnızdır insan.
Kırk yaşında evinin geçimiyle uğraşan adam başka bir şey düşünmüyordu. Bir aileyi geçindirmek için elinden gelen her şeyi yapıyordu. Ay sonunda cebine koymayı düşündüğü maaş ya evin kirasına ya da kredi borcuna gidiyordu. Bir ayın sonunu getirmeden daima borçlanıyordu. Köyde yaşayan bir maaşla kıt kanat geçinebiliyordu. Peki ya şehirde yaşayan. Hem evin reisi hem evin hanımı her ikisi de çalışmak zorunda kalıyordu. Böyle şartlarda dertleri geçim olduğu için kendilerine vakit ayıramıyorlardı. Borçlar bitecek rahata kavuşulacak. Birikinti ya da bir yatırım bu şartlarda olmuyordu.
Üniversiteyi bitireli nerdeyse beş yıl olmuştu. Yaşı otuzu geçiyordu. Üniversiteyi başarılı bir şekilde bitirmesine rağmen hala bir iş bulamamıştır. Bir yere girebilmek için kontenjanların boşalmasını bekleyecek daha sonra kendisi gibi binlerce kişiyle birlikte kuraya kalacak. Nasreddin hocanın bir fıkrasında olduğu gibi ya tutarsa!
Kura senden yanaysa şanslısındır. Ama kura çıkmadığı zaman bir daha ki seneye dersin. Oysa şans daima kasadan yanadır.
Yıllarca aldığı eğitimin karşılığı bir kuraya kalıyordu.
Üniversite mezunu bir okulda öğretmenlik yapmayı düşünürken şimdi bir inşaatta yevmiye karşılığı çalışıyordu.
Başka şeyler düşünürken başka şeyler yaşıyordu. Başka bir şey daha vardı. Yaş 30’u geçiyor ne zaman evlenecekti?
Aklındaki kariyer planı, evlilik sürecini erteliyordu.
Yirmi beş yaşındaki delikanlı evlilik çağındaydı artık. Anne ve babasının tek derdi oğlunu evlendirmek. Tek istedikleri helal süt emmiş birini bulmak. Bunu herkes ister. Fakat bir sıkıntı vardı.
Bir evlilik için nerdeyse bir milyona yakın para gerekiyordu.
Geline takılacak altın, beyaz eşya, yatak odası, koltuk takımı, düğün salonu, düğün yemeği, düğün için çalgı, gelinlik, damatlık ve bir düğün için aklınıza ne geliyorsa... Oğlunu evlendirmek için büyük bir masraf.
Oysa evlenmek bir yuva kurmak bir farz niteliğindedir. Aile ne yazık bu yuvayı kurabilmek için borçlanır. Tabi ev seninse şanslısın. Düğün yapılır halaylar çekilir ve biter. Bu düğün sonunda eğlenenler mutlu iken düğün sahibinin aklında o borçları vardır. Ya geri kalan ömrünü emekli olmasına rağmen bu borçları ödemek için çalışacaktı ya da haciz memurlarıyla göz göze gelecekti. İşin enteresan kısmı düğün de takılan takılar bile bu borcunun çeyreğini edemiyordu.
On yaşındaki çocuk yatağına uzanırken bir türlü uyku tutmadığını fark etmişti. Heyecanlıydı, çünkü sabah yine aynı sahada mahalle maçı yapılacak ve kolasına oynayacaktı. Bugünkü maçı kaybetmişti. Yarınki maçı kazanma arzusu onu bir türlü uyutamıyordu. Kafasında yarınki maç için kadroları kurmuştu. Sabahı sabırsızlıkla bekliyor bir an önce gecenin bitmesini istiyordu.
Aklında sadece maç yoktu. Ne de olsa okullar tatil. Küçük torbasında cam misketlerini çıkarıp ne kadar üttüğünü saydı. Yarın bu torbaya yeni misketler ekleme ümidiyle derin bir nefes aldı. Sonra annesinin çöpe atmaması için yatağın altında sakladığı gazoz kapaklarını kontrol etti yerinde mi diye. Oyun oynarken daima kazanan biriydi. Böyle de devam etmeli diye düşündü...
Dipnot:
“Küçükken imkansız hayaller kuranlar büyüdükçe hayal kurmaktan uzaklaşıyordu. Çünkü Hayatla oyun oynarken ne kolasına ne de gazoz kapağına oynuyorsun. Çocukluk bitip gençlik başladığında bunu daha iyi anlıyorsun. Hayat okulundan kimse bahsetmiyordu. Zorluklardan, geçimden ya da vakti geldiğinde yalnızlıktan. İnsan büyürken öğreniyordu bunu. Bazen acımasız oyunlarda yara alsa da kendi yarasını sarmayı öğretiyordu. Ve Hayat öyle bir öğretmen ki, Onda öğrendiklerini hiç bir ders kitabında bulamıyorsun. Ve sen böyle bir öğretmene karşı iyi bir öğrenci olmaya çalışıyorsun. Hayata nasıl davranırsan alacağın karne ona göre şekilleniyordu. Ve her imtihan kendi içinde; bir ödül, bir ibret ya da bir ceza barındırır.
Umarım Ödüllere layık oluruz, Herkesin kendine dair bir türküsü vardır, İhtiyarın, gencin ve çocuğun, Ve biz bu türküye Hayat diyoruz...”