Gözlerimi açtım. Tanıdık manzara. Beyaz tavan, pembe duvarlar, sağımda komodin üzerinde bir şişe kolonya pencereden sızan ışık, aşırı derecede tentürdiyot kokusu. Yanımda Ayşegül, yine gözleri şişmiş ağlamaktan. Düşünüyorum da ne kadar çok acı verdim bu kıza. “Ela Zeynep öldü ben yaşıyorum “demişti. Ama kendini duyuramamıştı.

“Canım iyimsin?”

“Teyzem… O, nerede?”

“O, şey… Sen nasılsın?”

“Öldü mü?”

“Başın sağ olsun kuzum.”

“Dostlar sağ olsun diyeceğim ama kimsem kalmadı ki, senden başka…”

“Ben hep yanında olacağım.”

“Biliyorum canım. Ne kadar zaman oldu, cenazesi kalktı mı?”

“Kazadan hemen sonra annenler geldi, sonrada cenazeyle ilgilendiler. “

“Burada yatan cenazeyi görmediler değil mi?”

“Olur mu kuzum? Beklediler başında ama kırk sekiz gün oldu Ela dönmek zorunda kaldılar.”

“Kırk sekiz gün değil, kırk sekiz yıl beklerim Ayşegül. Neyse boş ver, teyzemi nereye gömdüler.”

“Teyzen zaten hastaymış. “Ölürsem İstanbul’a gömün beni, kimse gelmese, Ela gelir. Belki de Ela’nın dönüşüne vesile olurum” diye vasiyet bırakmış. Çocukları, eşi de cenazeye geldiler. Sonrada geri döndüler.”

“Anladım.”

“Ela baban uyanınca haber ver demişti. Buraya gelecekler.”

“Şimdi değil Ayşegül…”

“En azından haber veriyim, merak etmesinler.”

“ Söyle buraya kadar zahmet etmesinler.”

Şimdi babamla karşılaşmaya hiç hazır değildim. Şu an öfkeli ve bıkkınım. Görürsem geçmişin hesabını sorarım.

“Ayşegül, beni biraz yalnız bırakır mısın?”

“Tamam canım.”

 İsteksizde olsa çıktı. Yataktan kalkıp, kolumdaki serumdan kurtuldum. Uyuşan ayaklarımı sürüye sürüye pencerenin kenarına gittim. Teyzem kurtulmuş muydu şimdi? Tekrar gücüm yok demişti. Yeni bir mücadeleye halim kalmadı demişti. Bütün gücünü alıp gitti. Peki, şimdi benim kalan gücüm bana yetecek mi? Yeni bir hayata başlamak için, bir ben daha bulabilecek miyim? Kasabaya da dönemem. Yılların insanda tek değiştiremediği şey, gözyaşının tadı; hep tuzlu, hep yakıcı… Oda kapısı çalınca elimin tersiye gözyaşlarımı sildim.

“Merhaba Ela Hanım; Ben Doktor Selim Aşkın,”

“Merhaba Doktor Bey;”

“Maşallah ayaklanmışsınız hemen.”

“Ayaklarım biraz uyuşuk ama alışıyorlar.”

“Sizin durumuzda biri için çok büyük başarı, sizi muayene etmek için uğradım. Şimdi şaşkınım.”

“Bende kendimi iyi hissediyorum. Yani ne zaman çıkabilirim hastaneden?”

“ Bu ne acele Ela Hanım? Birkaç test isteyeceğim, son bir kez muayene edeceğim. Duruma göre sizi taburcu edebiliriz.”

 Yavaş yavaş yatağıma döndüm. Doktor muayenesini bitirip çıktı. Hemşire gelip, beni röntgene götürdü. Odaya Ayşegül ve hemşire eşliğinde döndüm. Hemşire çıkınca yılların özlemiyle sarıldım arkadaşıma.

“Buradan çıkınca ne yapalım?”

“Teyzeme gidelim.”

“Tamam canım. Haydi, şimdi dinlen biraz.”

 Yatağa uzandım. Eskiden gözlerimi kaptığımda sadece Zeynep’in dans edişini hayal ederdim. Sahi teyzemi nasıl düşünmeliydim? Elinde gergef, Tarçına attığı sert bakışları ve aradan gözlüğünü üzerinden beni süzmesi... Tabi bir de komutan boşluğu var artık kalbimin orta yerinde.

 Gidenler gitmeleriyle değil, geride bıraktıklarıyla acıtıyor, insanın canını. İyi olanı güzel olanı hatırlar insan hep. Sevgi, nefretten daha acımasız bir duygu, nefret geride sadece öfke bırakır. Sevgi ise; özlem, aşk, ayrılık, kaybetmişlik…

 Sabahki muayeden sonra doktor her şeyin normal olduğunu ve çıkabileceğimizi söyleyince (bu kararda benim ısrarlarım etkisi çoktu) Ayşegül çıkış işlemlerini yaptırdı. Ayşegül ben ve kimsizliğim hastaneden çıktık. Arabaya binip, camı biraz açtım.

“Ela babanları aradım.”

(…)

“Esra’nın yanına gitmişler. Daha sonra gelebileceğini söyledi.”

“Gelmene gerek yok deseydin.”

“Merak etmemelerini, iyi olduğunu söyledim.”

 Üsküdar’a doğru gitmeye başladık. Anlaşılan teyzem Karaca Ahmet’te yatıyordu. Mezarlığa girince Ayşegül’den arabada beklemesini rica ettim. Mezarlığın yerini tarif etti, bulamayacağımı anlayınca mezarlığa götürdü ve geri döndü. Mezarın başında diz çöküp bir süre öylece baktım.

Güneş Altındağ

D.T. 20.06.1959

Ö.T.02.10.2014

Ruhuna Fatiha

 Bu kadardı işte. Teyzemden geriye kalan bu kadardı, daha fazlası değil. Sözleri yoktu, cümleleri yoktu, hastalığından eser yoktu. Adı- Soyadı, Doğum tarihi, Ölüm tarihi vardı. Birde insafa bırakılmış, okunmamış Fatiha… Mezar taşındaki künyesi kadar kalmıştı. Mezar taşındaki künyemiz kadar yalnızız aslında…

“Hikâyenin sonunu dinlemeden nereye gittin ki Teyze?

Ben sana son sözlerimi söyleyemedim ki,

Daha bitmemiş cümlelerimi duymadın ki…