Gözlerimi açtığımda hastane odasındaydım. Kolumda serum bileğim sarılı, Ayşegül yanımda;

“İyi misin canım?”

(…)

Gözlerimi kaçırdım. Tavana baktım. Zeynep’in bana yaşattığı şeyi ben de Ayşegül’ yaşatmıştım. O bunu hak etmiyordu. Hiç birimiz bu durumu hak etmiyorduk.

“Geçecek canım, bu da geçecek.”

“Ne zaman?”

“Kurtaracağım seni o klinikten. Sana yaptıklarının hesabını verecekler. Bunu sana nasıl yapabildiler Ela?”

“Onların eksik olan duygusu acıma duygusuydu. Çok acımazsızlardı Ayşegül.”

 Babamın sormadığını Ayşegül sormuştu. Kimsem yoksa bile bir tek Ayşegül yeterdi. Onun için bu uyuşturucudan, bu bunalımdan kurtulmalıydım.

“Canım işin içine uyuşturucu girdiği için ancak oradan seni kaçırarak kurtarabilirim. Burada bir hemşire var. Bu gece seni onunla birlikte kaçıracağız.”

“Ayşegül, ben bağımlıyım.”

“Biliyorum canım halledeceğiz. “

“Babam, beni dinlemedi.”

“Ona uyuşturucuyu senin kliniğe soktuğunu, bunun karşılığında da hasta bakıcısının biriyle ilişkin olduğunu söylemişler. Bir hasta bakıcıyı da sırf bu yüzden işten atmışlar.”

“Babam buna mı inanmış?”

“Maalesef.”

“Ne zaman çıkacağız buradan daralıyorum.”

“Gece kuzum, hemşire Feride haber verecek. Birlikte çıkacağız. Bu arada hemşire kim biliyor musun?”

 

 Kafamı bilmiyorum anlamında sağa sola salladım. Yardım ettiğine göre kesin yardımımız dokunmuştur diye düşündüm.

“Bilal Hocanın kızı, Şansımıza bu hastanede hemşirelik yapıyormuş. Beni senin odanın kapısında görünce kenara çekip konuştu. O klinikten çıkarmamız lazım dedi. Biliyorum ama nasıl yapacağız dedim. Meğer Bilal Hoca senin durumundan haberdar olmuş. Kızı biz bu hale düşürdük diye dertleniyormuş. Görüyorsun değil mi Ela? Dünyada iyi insanlarda varmış. Şimdi biraz uyumaya çalış, güç topla.”

 Gece olunca Ayşegül elinde poşetle geldi. Getirdiği yeni kıyafetleri giydim. Sonradan başörtülü kapalı bir kız gülen yüzüyle girdi. Aslında belki hastanede kalmalıydım, halüsinasyon görüyordum. Bir yere odaklanamıyor, kendimden geçiyordum. Bazen de çok acı çekiyor, dayanamayıp uyuşturucu istiyordum. Bunların hepsini hayal meyal hatırlıyordum. En son Ayşegül’e, beni öldür diye yalvarmıştım. Bu gün ise kendimi biraz daha iyi hissediyordum ama bu hep böylemi devam edecek ti?

“Hazır mısınız?”

“Biz hazırız, dışarısı ne durumda.”

 

“Sadece nöbetçi doktor var o da odasında, sorun yok. Bu arada merhaba Ela Hanım. Ben Feride. Babam sizden çok bahsetmişti. İnşallah Allahın izniyle sizi bu durumdan kurtaracağız.”

“Teşekkür ederim.”

“Haydi çıkalım.”

 Önden Feride çıktı, arkadan biz. Kapüşonu başıma geçirip bir gölge gibi onları takip ettim. Asansörün önünde beklerken dizlerim titriyordu. Bir daha o kliniğe gitme korkusu sardı içimi. Sağ salim asansöre binince biraz rahatladım. Biz yedinci kattan inerken birisi beşinci kattan asansörü çağırdı. İşte yine başlıyoruz, dizlerim artık beni el verecek derecede titremeye başladı. Feride sakin olmamı bir sorun çıkmayacağını söyledi. Ama bu beni rahatlatmadı. Beşinci katta beyaz önlüklü sarışın şık bir kadın bindi. Feride onu başıyla selamladı. Kadın bize arkasını dönerek kapıya bakmaya başladı. Asansör varış noktasına gelince önce kadının inmesini bekledim. Arkasından tam inerken beni kolumdan tuttu. Sanki o an zaman durdu. Ayşegül’ün rengi attı. Feride bir sebepten dolayı rahattı.

“Ela hanım, çok geçmiş olsun. Umarım bir an önce uyuşturucudan da kurtulursunuz. Kendinize dikkat edin.”

 Kadını başımla selamlayıp çıktım. Sonradan hatırladım müvekkilim Semra Hanımı. Bilal Hocaya beni öneren müvekkilimin kim olduğunu da bu sayede öğrendim. Onu ve sara hastası oğlunu, sorunlu psikopat bir adam olan kocasından kurtarmıştım. Boşanmadan sonra uzaklaştırma cezası almıştı. Adamın akli dengesinde sorun olduğuna dair dava açmış doktor raporuyla kanıtlamıştık. Adam şimdi Bakırköy hastanesinde gözetim altındaydı. Ayşegül’ün arabasına bindiğimizde artık nefes alabiliyordum. Arkada camı biraz açtım. Sonbahar gelmiş, geçiyordu. Yağmur kokusunu içime çektikçe çektim. Yanında biraz da deniz kokusu... 

 Feride’lerin evine geldiğimizde gece yarısı olmuştu. Bilal Amca kapıyı açıp, bizi içeriye buyur etti. Eşi Şükran Hanım da salonda karşıladı. Feride yapı olarak annesine benzemiş anlaşılan. Şükran Hanım da balıketli, tombul yüzlü, ela gözlü, kaşının yanındaki beniyle çok tatlı biriydi. Aslıda çirkin bir kadındı ama kalbinin güzelliği yüzüne yansımış. Salona girdiğimde içerinin sıcaklığıyla sanki buzlarım eriyordu. Sıcaktı ama havadan dolayı değildi bu sıcaklık. Hani bazı yerler size evinizde olduğunuzu hissettirir, içinize tatlı bir huzur sızar, yaralıysanız kanamanız durur, öyle bir yerdeydim. Tahta somyalarla evin üç köşesi kaplanmış, üzerleri geleneksel kırmızı halı desenli minderler ve halı yastıklarla döşenmiş, ortada kasnak üzerine bakır sini konmuş. Yerdeki halılar ben neler gördüm, kimler bastı üzerime, boşuna solmadı renklerim diyor insanın yüzüne. Duvardaki rafların altında iki tane gaz lambası, üstünde Kuranı kerim ve üzerinde dua yazılı levha( karınca duası ve nazar ayeti) ve Mevlana’nın yedi öğüdü bulunuyordu. Sanki bu ev insana geçmiş hiçbir zaman geçmeyecek, değiştirmeye çalıştığız objeler, eşyalar geçmişin huzurunu veremez diyordu. Anlaşılan Bilal Amca geleneklerine bağlı biriydi. Ermenek düştü aklıma, yaz, anneannem, dayım, yengem, saydığım günler. Tek istediğiz İstanbul’a gelmekti. Büyük insan olacaktık, İstanbul kadar büyük. Ben geçmişin içinde hayal deryasına dalmışken Bilal Amcanın sesiyle irkildim.

“Hoş geldiniz evlatlarım, buyurun oturun şöyle.”

 Biz salonun bir köşesine ilişirken, Feride “Selam ün aleyküm” dedi, önce babasının, sonra da annesinin elini öptü.

Bilal Amca yüzündeki tebessüm ile;

“Ve aleyküm esselam” diye karşılık verdi.

 Ayşegül ve ben bu manzaranın yabancısı olarak iliştiğimiz yerde bakıyor bilmediğimiz için biraz utanıyorduk. Bilal Amca bize dönüp;

“Rahat oturun kızım, tekrar hoş geldiniz.”

“Hoş bulduk” dedi Ayşegül.

 

 Tedirgindim. Yavaş yavaş kanımdaki zehrin hareketlendiğini hissediyordum. Kafamın içindeki uğultu bir türlü susmak bilmiyordu. İlk zamanlar buna dayanamıyordum, ama şimdi bununla yaşamaya alışmıştım. Şükran Hanım bizimle selamlaştıktan sonra içeriye geçti, biraz sonra elinde kolonya şişesiyle geldi. Bu örf ve adetler hala devam ediyor muydu? Gecenin bir yarısı kapısını çaldığımız evde, böyle şeyler görmek beni çok şaşırtıyordu. Şükran Hanım kolonyayı tutup, tekrar içeriye gitti. Kolonya bana çok iyi gelmişti, biraz ferahladığımı hissetim. Salonda öylece oturuyor ne yapacağımı nasıl davranacağımı bilmiyordum. Bundan üç buçuk ay önce Bilal Amcayla diyalogumuz faklıydı. Şimdi nasıl davranamam gerektiğini kestiremiyordum. Utanıyordum galiba, evet evet doğru kelime bu utanıyordum. Bana yapılanlardan utanıyordum.

Bilal Amca;

“Geçmiş olsun kızım.”

“Teşekkür ederim.”

“Rahat ol evladım. Utanma, yüzünü yere eğme, başına gelenlerin sorumlusu sen değilsin. Allahın izniyle hep beraber kalkacağız altından.”

Ayşegül;

“İnşallah Bilal Amca,” dedi.

 Ondan böyle bir cümle duymak, beni daha da çok şaşırttı.  Sustum, yere bakarken gözümden akan yaşa karşı koyamadım. Bu halının üzerinde bir de benim gözyaşlarım vardı artık.

“Ağlama kızım, derdini veren Allah dermanını da verecektir.”

“Ben, bu şeye nasıl karşı koyulur bilmiyorum. Damarlarım da akan bu zehir bana ait değil, benim bedenimde beni esir aldı. Sizden ricam uzun süre kendimi kapatabileceğim bir odanız varsa beni oraya kapatın. Üzerime kapıları kilitleyin, beni duymayın.”

“Ne gerekiyorsa yapacağız kızım, sen yeter ki inançlı ol. Allahın izniyle bunu beraber aşacağız.”

“Neden bana yardım ediyorsunuz?”

“Sen neden bize yardım ettin?”

“Ben, sadece…”

“Evsiz kalmayalım, bunca gariban nereye gider diye düşündün. Parayı bile kabul etmedin.  Sen bize evimizi kazandırdın, biz sana bu kadar iyilik yapmışız çok mu? Hem biz sadece vesileyiz kızım, asıl yardımcın Allahütealâ…”

 Feride gelip yere sofra bezini açtı, yüzümü yere gömdüm, ellerimi birbirine sürterek dudaklarımı yemeye başladım. Terlemeye, ardından yavaş yavaş titremeye başladım. Feride durumun farkına varmış ki, beni kolumdan tutarak;

“Gel sana odanı göstereyim, yemekten önceki ilacını da vereyim” dedi.

“Gerek yok, iyiyim” dedim.

“ İlaç ağrıların için, haydi gel.”

 Kalktım arkasından Feride’yi takip ettim. Üst kata çıkıp, camekânlı bölme bir kapıdan içeriye girdik. Oda da bir yatak, karşısında bir kanepe vardı, kanepenin üzerine polar battaniye açılmış, yanında küçük bir gar dolap, karşısında çalışma masası vardı. Kapının sağındaki köşeye ilişti gözüm, orada duran ceviz ağacından yapılmış, nakış gibi oymaları ile çok güzel bir rahle vardı. Rahlenin ne olduğu bir filimde görmüştüm. Ramazan ayında, sahur zamanı annem dini film izlemeyi çok severdi.

“Feride ben yine büyük krizler geçirecek miyim? Yani kendimi oradan oraya atıp, size zarar verecek miyim?”

“Ela, kolay olmayacak ama korkma öylede olmayacak. Çünkü sen güçlü birisin. Dayanacaksın.”

(…)

“Hastane yada klinikte tedavi görsen daha iyi oluru ama seni tekrar o kliniğe gönderip, tedavine orada devam edeceklerdi. Bu yüzden kaçırdık. Neyse bunlar tadsız konular. Şimdi sadece iyileşmeye odaklan. Şimdi sana ilaç vermeyeceğim.” Camı açtı, içeriye temiz ve soğuk hava içeriye doldu, kafamı arkama yasladım nefes almaya çalıştım. Feride elinde Kuranı Kerim ile geldi kaşımdaki yatağa oturup bir şeyler okudu. Okudukça yüzüme üfledi. O okudukça içimi huzur kapladı, o an anladım ki benim ilacım Allah’ım… Feride okumasını bitirip Kuranı kapatınca, içimdeki huzurun yanında birde minnet duygusu kapladı. Acaba bir daha ne zaman okuyacak sorusu dolaştı kafamın içinde.

“Sadakallahülazim” dedi, tekrar yüzüme üfledi. Üflediği nefes canıma can katıyordu sanki.

“İyi misin?”

“Evet, daha iyiyim.”

“Haydi gel yemek yedikten sonra sana bir sakinleştirici vereceğim. Gece rahat uyuman için.”

 

 Birlikte çıktık, salona geçtik. Herkes sofra başına oturmuş bizi bekliyordu. Sıcacık çorba ne kadar da iyi gelmişti. Aslında düşündüm de bu evde her şey bana iyi geliyordu. Yemeğin arkasından çay geldi. Ayşegül bir bardak içip kalktı. Bilal Amcaya bakıp beni ona emanet etti, yarın uğrayacağını söyledi.

“Ayşegül, biraz konuşalım mı?”

“Yarın konuşalım istersen, bugün yoruldun.”

“Yok şimdi konuşalım.”

“Tamam canım.”

“Biz içeriye geçelim hanım”

“Yok Bilal Amca sizde kalın, nasıl olsa olanı biteni biliyorsunuz. Ben, Zeynep’in katillerini soracağım. Ne oldu, dava açılmıştı. Komiser Selçuk da bir bilgi vermedi.”

“ Canım, Komiser Selçuk’la birlikte çalışıyoruz. Sana uyuşturucu verildiğini o da biliyor. İlk işimiz seni uyuşturucudan kurtarmak. Daha sonra tekrar ifadeni alıp, hepsini ait oldukları yere göndereceğiz. Şimdilik elimizde benzin istasyonundaki görüntü var. Adamı teşhis etmen gerekiyor. Ama bu aşamada biraz bekleyeceğiz.”

“Tamam.”

 Ayşegül kalktı, giderken bana sarılıp her şeyin düzeleceğini söyledi. Yalan söylediğinin o da farkındaydı. Zeynep gelmeyecek, bu yüzden hiçbir şey düzelmeyecekti…

Bilal Amca;

“Biz birer bardak daha çay içer miyiz kızım?”

“İçeriz amca.”

Salona geçtik. Ben, Şükran Hanım ve Bilal Amca oturduk. Feride de çayları tazeleyip yanımıza oturdu.

“Ben her şey için teşekkür ederim.”

“Biz bir şey yapmadı ki kızım.”

“Uyuşturucu bağımlısı bir kıza evinizi açtınız.”

“Ev senin sayende bizim kızım. Uyuşturucuya gelince, bu senin tercihin değildi. Varsayalım ki sen tercih ettin, yine kapımız sonuna kadar açık. Bu dünyada mülk bizim değil Allah’ındır. Sende Onun misafirisin. Başımızın üstünde yerin var.”

“Bilal Amca, bir şey soracağım?”

“Buyur, kızım sor…”

“ Sadece Allaha sığınabileceğim bir yer yok mu?”

“Her yer Allah’ın evladım. Sen yeter ki sığınmak iste.”

“Öyle değil Bilal Amca, ben bu krizlere girerken ondan başka kimse olmasın yanımda. Kanımdaki zehirden, içimdeki yaradan kurtulmak için Allahtan başka sığınabileceğim kimse yok. Eğer kullanılmayan bir mescit falan varsa…”

“Sen çileni doldurmak istiyorsun anlaşılan. İllaki öyle bir yer arıyorsan çilehaneler var evladım.”

“Nasıl bir yer bu çilehane?”