Duruşmadan çıktık. Bilal Amca;

“Şimdi ne olacak kızım?”

“Korkma amca, dosya artık bilirkişi heyetinde. Bundan sonrası kolay.”

 Bilal Amcayla biraz konuştuktan sonra O önden gitti. Bende savcının odasına doğru yöneldim. Telefonumun kapalı olduğunu hatırlayıp açtım. Daha merdivenlerdeyken resimli mesaj düştü. Resmin açılmasını bekledim. Açılınca, elim kolum bütün bedenim bedenimde her uzvum buz kesti. Merdivenlere tutunarak oturdum. Zeynep’i ellerinden ve ayaklarından bir yatağa bağlamışlar, kafasına silah dayamışlar. Telefon çalınca kendime gelip açtım.

“Alo, aloo!”

“Sus ve dinle, sana gönderdiğimiz adrese gel. Yalnız, polise haber verirsen arkadaşın ölür.”

“Ona bir şey yapmayın. Alo alooo!”

 Kapandı telefon. Adliye merdivenlerinde elimde telefon öylece kaldım. Nefes almaya gücüm kalmamıştı. Son bir gayretle kaktım. Otoparkın orada mesaj geldi. Belgrat ormanına çağırıyorlardı.. Oraya kadar ayağımı gazdan çekmeden gittim. Nasıl gittim, neler geçiyordu aklımdan… Toprak yola girip biraz ilerledim. Durdum. Kontağı kapattım. Beklemeye başladım. Biraz sonra siyah Mitsubishi minibüsten üç adam indi. Biri üzerimi aramak istedi karşı koydum. Diğeri gözlerimi bağladı, bir diğerde arabama binip geri geri gidiyordu. Gözlerim bağlı minibüse bindirildim. Hareket halindeyken aklımdan geçen tek şey, ölüme değil Zeynep’e gidiyordum. Minibüs sarsılarak durunca geldiğimizi anladım.

“Sabret Zeynep, birazdan seni alıp çıkacağım” derken; neyime güvenmiştim ki?

 İki kişi kolumdan sürükleyerek yürüttüler. Gözlerim bağlı olduğu için nereye geldik bilmiyordum. Sağa dönüp biraz bekledik, bu arada bir kapının kilit sesi ve arkasından gıcırtısını duydum. Sonra içreye girdik. Beni oturttular ellerimi arkadan bağladılar. Bırakıp gittiler. Yalnız olduğumu anladım. O kadar sessizdi ki kendi nefes alışımın sesini duyuyordum.

“Heyyy! Kimse yok mu? Zeynep nerede? Ses verin, kimse yok mu?”

 Nafile sesim odada yankı yaparak bana dönüyor, kimseye sesimi duyuramıyordum.

Bekledim, bekledim, bekledim. Sonunda bir kilit sesi arkasından kapının gıcırtısını duydum.

“Kimsin sen? Zeynep nerede? Konuşun, ne yaptınız ona?

 Ayak sesleri bana doğru geldi. Sonra gözlerimi açtı. Karanlığa alışmış gözlerimi görmek için açtığımda öyle bir yandı ki, tekrar kapattım. Açtım, tekrar kapattım. Böyle biraz tekrar ettim. Sonra tamamen açabildim. Bu sırada odada kim varsa gitmiş. Karşımda bir televizyon vardı. Başka hiç bir şey yoktu. Karanlıktı, her yer karanlık, duvarları taş olan bir odada elim kolum bağlıydı.

“Oyun mu oynuyorsunuz? Bütün bunlar ne demek? Kimse yok mu? Heyy beni duyan yok mu?, Zeynep nerede? Allahım duy beni…”

 Bu duruma nasıl gelmiştik. İyi insanlardık biz, kimseye bir kötülüğümüz olmamıştı ki! Kendi halimizde kendi yağımız da kavrulup gidiyorduk. Birkaç gariban evsiz kalmasın diye niye bu hale düştük ki?

“Bu yağan yağmur değil Allahım, gözyaşlarım… Duy beni ne olur. Duy beni, nefesim bitiyor. Duy beni, sesim kısılıyor Allahım. Zeynep’i bana bağışla…”

 Birden odanın içine ışık doldu. Televizyon açıldı. Yanan gözlerimi kısarak ekrana baktım. Zeynep oradaydı.

“Zeynep, Zeynep! Duyuyor musun beni? Zeynep!

Yatak da elleri kolları bağlı kurtulmaya çalışıyor, beni duymuyordu.

“Zeynep, buradayım. Çıkaracağım seni buradan.”

 Sinirlerim tamamen boşaldı. Kendi hıçkırıklarım boş odada yankı yapıyor, daha fazla sinirimi bozuyordu. Durduramıyordum kendimi duramıyordum. Zeynep’in odasının kapısı açıldı. İçeriye beş kişi girdi. Yatağın etrafında dağıldılar. Sonra bir anda çullanıp Zeynep’in üzerinde ne varsa parçaladılar.

“Bırakın beni dokunmayın. Lütfen yapmayın” diye bağırıyor duyuramıyordu. Benimde durumum farksızdı. Sadece kendi kendime bağırıyordum.

“Bırakın onu. Bırakın ne isterseniz yapacağım bırakın…” bağırmak ne ki haykırdım. Ama sesim askıda kaldı.

 Adamlar Zeynep’e tecavüz ederlerken kapattım gözlerimi, Allahıma sığındım. Zeynep bağırdı, ben bağırdım, sesimiz tükendi, nefesimiz tükendi, biz tükendik. Hele Zeynep’in çığlıkları yok mu? İnsanı insanlığından utandırır, taşı ortadan ikiye ayırırdı. Ama durmadılar, bırakmadılar. Adamlar kameraya bıkıp sırıtırken geriye Zeynep’in enkazı bıraktılar. O orada, ben sandalyenin üzerinde, sessizce ağladık. Yorulduk, ağladık. Bağırdık, ağladık. Kelimeleri tüketip, sustuk ağladık. Birkaç saat geçti, ya da daha fazla bilmiyorum. Bir beş kişi daha girdi. Hepsinde maske vardı ama kıyafetlerinden anladığım kadarıyla bunlar başkalarıydı. Zeynep öldürün beni diye bağırdı. Ben gözlerimi sımsıkı kapattım. Bu kâbusun bitmesini evimde yatağımda uyanmayı diledim. Zeynep’le orada ne kadar kaldık bilmiyorum. Zeynep orada kaldığımız sürece 25 kişinin tecavüzüne uğradı. Belki daha fazla ama eksiği yok. Aynı kişiler miydi? Bilmiyorum. Hepsinde maske vardı.

 Pencereden sabahın ilk ışıkları vurunca, ellerimi gözlerime götürdüm. Sonra etrafıma baktım penceredeki tahtalar sökülmüş, ellerim çözülmüş. Ayağa kalmaya çalıştım ama yere düştüm. Ayaklarım tutmuyordu. Aklıma birden televizyon geldi. Baktım, Zeynep’in odasında kimse yoktu. Yatak bomboştu. Ayağa kalmaya çalıştım. Düşe kalka da olsa başardım. Kapının oradaki notu görünce aldım.

“Bu sana ders olsun avukat” yazıyordu.

 Bu nasıl bir dersti ki? Birileri de inşallah size insanlık dersi verir. Oda kapısından tutunarak çıktım. Sola döndüm kapı açıktı. Çıkış kapısıydı. Dışarı çıktım sağa baktım, kimse yok, sola baktım, orada da kimse yok. Kalan tüm gücümle bağırdım.

“Zeyneppppp!”

 Ormanlık bir alandaydık. Sesim yankılanıyor bana geri dönüyordu.

 Sağa doğru gittim evin arkasına dolaştım. Yerde Zeynep’in elbisesinin parçasını gördüm. O tarafa doğru yürümeye, bir yandan da Zeynep’e seslenmeye devam ettim. Ayaklarım biraz daha açılınca koşmaya başladım.

 Uzaktan gördüm onu tekrar seslendim. Duymuyordu. Koştum, yaklaştım, tekrar bağırdım, yine duyuramadım. Aramızda on beş metrelik mesafe kalmıştı. Zeynep kollarını açıp bana döndü, sonra gülümseyerek boşluğa bıraktı kendini. Ölüme giderken mutluydu. Sanki dans ediyordu.

“Zeynepppp!”

Uyandığımda Uçurumun kenarındaydım. Olanları Beynim bana ihanet etmeden tekrar gözlerimin önünde canlandırdı. Aşağıya bakmaya cesaret edemedim. Bir süre bekledim. Sanki Zeynep birazdan buradan çıkacaktı. Elinden tutup çekip alacaktım. Evimize gidecektik. Bir saat geçti, 2 saat, 3 saat, saatler geçti, Zeynep çıkmadı.

“Yapmasaydın Zeynep! Ölmeseydin hallederdik. Kalkardık altından. “

“Deli olma Ela! Sen olsan ne yapardın? Cevap yok değil mi?”

“O böyle bir ölümü hak etmedi?”

“Kim hak eder ki böyle bir ölümü. Zeynep öldü, öldü! Bunu kabullensen iyi olur.”

“Kes sesini, hem sen kimsin?”

“Ben senin içinim, en acıyan yerinim…”

 

Araftayım;

Ne geri dönecek, ne ileriye gidecek yollar kapalı,

O halde sen söyle hayat,

Şimdi, olduğum yerde mi kalmalı?

 

 Zeynep’in kendini bıraktığı uçurumun kenarına oturmuş bekliyorum. O son bakışına kilitlendim. Ölümü bile bu kadar güzel gösteren bu insafsızlığa küfür ediyor, Zeynep’in oradan çıkma ihtimaline susuyordum. Arkamdan birini sarsmasıyla kafamı çevirip baktım. Ayşegül bir şeyler söylüyordu, ama duyamıyordum. Sesi sanki boğazından çıkarken boğuluyormuş gibiydi. Omuzlarımdan tutup sarsıyor, ben de sarsılarak onun yüzünde Zeynep’in son bakışını görüyordum. Elleri yanaklarımdaydı, görüyordum ama hissedemiyordum. Yanındakiler kimdi ki?  Sahi biri aşağıya iniyordu. Ya Zeynep’e zarar verirse?

 

“Zeynep, bırakın onu dokunmayın.”

“Ela onu çıkaracaklar sakin ol,”

“Bıraksınlar, ne olur bırakın.”

Kollumdan tuttular, sonra bir ağırlık çöktü. Göz kapaklarım bana ihanet etti.

“Ah be Zeynep, O nasıl bir rüyaydı ki, taşı ortadan ikiye ayırırdı. O nasıl bir gidişdi ki, insanın kanını dondururdu…”

 Gözlerimi açmaya çalıştım. Gözlerim beyaz tavana çakılı kaldı. Başımı çevirdim limon sarısı duvarlar içimi açmadı. Pencereye baktım rüzgârın hafif esintisiyle kımıldayan perdenin arkasındaki gökyüzü aydınlıktı. Sola döndüm Ayşegül, ağlamaktan şişmiş gözleriyle sandalye de oturmuş, öyle uyuya kalmış. Kolumdaki serumu çıkarıp, yataktan sessizce indim. Hangisi rüyaydı, hangisi gerçek, sıkışıp kaldım. Şimdi öğrenmem gerekirdi. Morgun kapısında durdum. Soğuğunu içimde hissettim. Zeynep burada mıydı şimdi? Bu kapının arkasında, bir buzdolabında mıydı? Üşürdü ki o, hep kansızdır Zeynep. Elleri bir türlü ısınmazdı. Şimdi burada tek başına üşürdü.

“Buyurun kime baktınız?”

Bir arkadaşıma bakıp çıkacaktım, sözü çıktı çıkalı hiç bu kadar acı çekmemiştir.

“ Zeynep… Zeynep Çağlar”

“Neyi oluyorsunuz?”

“Arka… Arkadaşıyım…”

“Zeynep Çağlar ameliyathanede, otopsi yapılıyor.”

Bütün gücümü toplayıp, tekrar çıktım. Ayşegül ameliyathanenin önünde beni arıyordu.

“Ela, nerdeydin? Aklımı kaybettim.”

(…)

“Gel otur şöyle.”

 Ameliyathanenin önünde iki polis bekliyordu. Beni görünce yanıma gelip kendimi iyi hissediyorsam ifademi almak istediklerini söylediler. Bu durumda kendimi nasıl iyi hissedebilirdim ki? Ben ifademi verirken sesim gidiyor, yerini hıçkırıklar alıyordu. Ayşegül ve polisler şaşkınlıktan yüzüme sadece bakıyorlardı. İfade bitince polislerin yüz ifadesi “yok artık, bu nasıl bir vahşet “dediklerini belli eder cinstendi. Arabamı bıraktığım yeri bir adamın arabamı götürdüğünü, telefonumun arabada kaldığını, içinde Zeynep’in bağlı halde resminin olduğunu söyledim. Arabamın plakası alıp telsizle anons geçtiler. En son görüldüğü yeri araştırmaya başladılar. Ayşegül elimden tutmuş bana güç vermeye çalışırken, ameliyathaneden Zeynep’in iyi olma ihtimalini değil tecavüz bulgularını bekliyorduk. Doktor çıkınca Ayşegül ve polisler doktora yaklaştı. Ben olduğum yerde kaldım.

Komiser;

“Doktor bey sonuçlar.”

Doktor;

“Burada komiserim. Düşmeden dolayı kemiklerin hepsi kırılmış ama asıl ölüm sebebi boyundaki kırık.”

Ölmüştü işte Zeynep gerçekten ölmüştü. Rüya değildi.

Ayşegül;

“Tecavüz ya da darp buna benzer bir şey var mı?”

Doktor;

“Tecavüz bulgusuna rastlamadık. Ama maktul ölmeden önce ilişki yaşamış.”

Ayağa kalktım.

“Yalan söylüyor. Tecavüz ettiler Zeynep’e”

Komiser;

“Sakin olun Ela Hanım. Doktor bey emin misiniz? Bakın soruşturma için çok önemli bir bilgi. Maktulün intihar ettiğini biliyoruz. Ama araştırdığımız kadarıyla maktulün hayatı gayet normalmiş. Yani intihar etmesini gerektiren bir sebebi yokmuş. Ayrıca bir erkek arkadaşı da yokmuş. İlişkiye girmiş olması beni biraz düşündürüyor. Her hangi bir zorlama yok mu?”

“Yok dedim ya komiserim. Şu kızın halin bakın, buna mı inanıyorsunuz? Yoksa benim sunduğum raporlara mı? Maktulün seks hayatı ne düzeyde bilemem ama ölümden önce ilişki yaşanmış. Belki de pişman olduğu için intihar etmiştir.”

“Yalan söylüyor. Tecavüz ettiler, 25 kişi tecavüz etti.”

Doktor;

“Bakın acınızı anlıyorum, ama şu an kendinizde değilsiniz.” Ayşegül’e döndü;

“En iyisi arkadaşınızı psikiyatrı servisine bir çıkarın. İyi nöbetler komiserim.”

“Sağ olun doktor bey.”

“Memur bey yalan söylemiyorum. Orada kaldığımız süre içinde 25 kişi gözlerimin önünde tecavüz etti.” Cebimden kâğıdı çıkarıp gösterdim.

“Bana da bu notu bırakılar.”

Nota baktı, delil olarak aldı.

“Ela Hanım raporda tecavüz yok diyorlar, ama ben araştıracağım. Şimdi biraz dinlenin.”

 Ayşegül’ün desteğiyle odaya geçip yattım. Gözlerimi kapattım. O son bakışı yok mu, ah o son bakışı bütün güzelliğini kendiyle götürdü.

“Ayşegül sen bana inanıyor musun?”

“İnanıyorum tabi canım benim. Şimdi kapat gözlerini. Uyumaya çalış.”

 Şu sakinleştiriciler insanı serseme çeviriyor. Kafamı toparlayamıyorum. Kapattım gözlerimi. Rüyamda Zeynep’i dans ederken gördüm. Nasıl da mutlu süzülüyordu öyle, kuğu gibiydi. Bembeyaz elbiseler içinde.

 Kedime geldiğimde Komiser gelmiş, Ayşegül’le fısıldayarak bir şeyler konuşuyorlardı.

“Komiserim buldunuz mu arabayı?”

“Merhaba Ela Hanım. Nasılsınız?”

“(...)”

“Affedersiniz saçma bir soru oldu. Arabanızı adliyenin önünde park halinde bulduk. İçinde de telefonunuz çıkmadı.”

Peki, kamere kayıtları… Kim koymuş arabamı oraya?”

“Kamera kayıtları yok. Sabah sizin girişiniz var. Ama ondan sonrası maalesef kameralar bakıma alınmış.””

“Peki mobeseler?”

“Mobese görüntülerinde de arabanız görünmüyor. Yani arabanız adliyeden hiç çıkmamış görünüyor.”

“Komiserim siz de görüyorsunuz işte, bunların hepsi planlanmış. Doktorda onlardan, beni bulduğunuzda Zeynep’in yanındaydım. Oraya arabasız nasıl gidebilirim. O evi de buldunuz, televizyon, oda hepsini buldunuz değil mi?”

 “O ev boştu Ela Hanım. Biz gittiğimizde maalesef boştu. Oraya nasıl gittiğinizi bize sizin açıklamanız gerekiyor bu durumda.”

“Ne demek bu şimdi? Zeynep’i benim öldürdüğümü falan mı düşünüyorsunuz? Ben onun saçının teline kıyamazken onu öldürdüğü mü düşünüyorsunuz? Ama durun bir dakika, evet Zeynep’i ben öldürdüm. Haklısınız benim onun katili…”

“Ne diyorsun Ela sen? Ne öldürmesi, kendine gel ne olur.”

“Yalan mı Ayşegül, benim onun katili.  O davayı almasaydım, tehditleri biraz ciddiye alsaydım ne biliyim? Polise bari gitseydim. Zeynep şimdi yaşıyor olacaktı. Benim Zeynep’in katili.”

“Ela kendine gel lütfen?”

“Kendimdeyim Ayşegül ben. Komiserim tutuklayın beni, ben arkadaşımı öldürdüm. Hadi ne duruyorsunuz takın kelepçeleri. Tutuklayın beni. Arkadaşımı öldürdüm ben. Tutuklayın ne olur.”

“Sakin olun, hemşire yok mu burada?”

“Neler oluyor burada?”

“Hemşire Hanım, iyi değil o…”

“Tamam, çıkın dışarıya hasta biraz dinlensin.”

Hemşire kolumdaki serumdan iğne yapınca, uyuştum yine…

 

“Ela, uyan canım. Haydi.”

“Ayşegül, neredeyim ben?”

“Kliniktesin. Bir süre burada kalacaksın. Bu sürede ben senin yanında olamayacağım ama sık sık ziyaretine geleceğim.”

“Neden buradayım? Zeynep o ne olacak? Cenazesi…”

“Hastanede ki o olaydan sonra doktor raporuyla buraya sevk ettiler. Zeynep’i de düşünme annesi geldi. Cenaze Adana’ya gidecek. Babasının yanına gömülecek Zeynep. “

“Zehra Teyze… O nasıl?”

“Bütün annelerin bu durumda olduğu gibi, yanıyor.”

“ Ve beni suçluyor…”

“Yapma Ela o bir anne. Şu an doğruyu göremez. Kızma ona…”

“Ona değil kendime kızıyorum Ayşegül, bu hale nasıl geldik?”

“Buradan bir kurtul, ondan sonra toparlayacağız güzel arkadaşım.”

 Ayşegül gittikten sonra kalkıp, pencerenin önünde biraz oturdum. Dışarıda hava çok güzeldi. Şimdi Zeynep olsa evin bahçesinde biz otururken o dans eder, yıldızlar bana eşlik ediyor derdi.

 

 Sustum!

 Öyle bir susmak ki! Bütün gün sustum. Bütün yıl sustum. Bir ömür sustum. İçimdeki kırık dökük parçalarımla sustum. Yokluğunu da koydum üstüne, bu dünyaya söve söve sustum.  Anlayabiliyor musun Zeynep? Hıçkıra hıçkıra sustum. Bağıra çağıra sustum…

 Kliniğe yattığım ilk sıralar Ayşegül her gün uğruyordu. Ama sonraları ayağı kesilmeye başladı. Zeynep’in davası, mahallenin davası için çalışıyorlarmış. Bu arada mafya mahalleden elini ayağını kesmiş. Satın aldıkları evin tapularını geri vermişler. Muhtemelen artık dikkat çekmek istemiyorlardı. Bu davanın bu kadar gelişeceğini bilmiyorlardı. Şu komiser Selçuk var ya? O benim halime çok acımış, soruşturmayı derinleştirmiş. Tesadüfen Belgrat ormanının yolunda ki benzin istasyonlarının birinde benim arabamın görüntüsü varmış. Ama kimin kullandığı teşhis demişler. Ben değilmişim? Komiser Selçuk çok iyi adammış. Ben de çıkınca her şeyi toparlayacakmışız.

 Ayşegül artık çok sık uğrayamadığı için beni kliniğin alt katına aldılar. Bodrum gibi bir yerdeydi. Odada sadece demir bir dolap, yatak bir de yemek için tekerli masa vardı. İçimi öyle bir karanlık kaplamıştı ki, burası ya da başka yer ne fark ederdi.

“Fark eder tabi, şuraya bak köpek bağlan durmaz.”

“Nerelerdeydin sesin çıkmıyordu?”

“Şu verilen ilaçlar uyuşturdu beni…”

”Arada ses ver içim, iyi geliyor bana.”

“Bırakma kendini o zaman, kendini bırakmak demek beni bırakmak demek.”

“Elimde değil ki.”

“Elinde, Zeynep ne demişti hatırlıyor musun? Sen güçlüsün.”

“Zeynep giderken, bende bana ait ne varsa aldı gitti. Güç mü kaldı bende?”

“ Biraz dinlen burada ama fazla da koyma kendini, yanıyorum anlıyor musun? Çok yanıyorum.”

 Günlük ilaçlarım farklı bir de iğne vurmaya başladılar. İğneyi vurdukları anda garip bir duygu sarıyordu beni. Direnmeye çalışıyor, yapmayın diye bağırıyordum ama nafile. Bedenin uyuşuyor, her şey siliniyor, içim artık acımıyor, karşımda sadece Zeynep dans ediyordu. Belli bir zaman sonra bana verdikleri şeyin uyuşturucu olduğunu anladım ama çok geçti. Ayşegül gelince beni bahçeye çıkarıyorlar, o gidince tekrar deliğe tıkıyorlardı. Uyuşturucular yüzünden uyurgezer gibiydim. Tam anlamıyla kafam, beynim bana ait değildi, o şeyin etkisi altındaydım. Zeynep’in çığlıklarında yitirmiştim sesimi, kendimi. İlk zamanlar iki kişi beni tutuyor bir kişi de iğneyi yapıyordu. Ben yalvarsam da yalvarmasam da durmuyorlardı.  Artık karşı koymuyordum onlara, koyamıyordum. Uzun zaman oldu, sanırım üç ay. İki aydır uyuşturuluyordum. Ayşegül geldiği için bahçeye çıktık yine. Bir hemşire eşliğinde…

“Canım iyi misin?

(…)

“Ela konuş be arkadaşım. Burası seni de daha da kötü hale getirdi.”

(…)

“Ela bir şey söyle.”

“Canım bu güne kadar tuttum ama artık yapamıyorum. Baban geliyor, seni bu halde görmesin diye ancak bu kadar oyalayabildim. Toparla kendini seni böyle görmesin.”

(…)

“Ela, duy beni ne olur.”

 Yüzüne baktım, ne kadar çok kullanmıştım ben de bu cümleyi. Ama kimse duymamıştı beni. Kalktım yanından, deliğime geri döndüm.

 Annem ve babam, Zeynep’in ölümüyle ilgili arayıp baş sağlığı dileyip kedime dikkate etmemi söylediler. Gelmek isterlermiş ama işte ikizler, sınava girecekmiş. Gelemezlermiş. Kendimi çok üzmeyecekmişim. Zeynep’i suçluyordu babam, tanıyamamışız kızım demek ki demişti. Kırgındım onlara, kızgın değil. Zeynep’in benim için önemimi bilmiyorlar mıydı? Bunları sorgulamak yoruyor, hesap sormaya kalkmak korkutuyor beni. Kime ne hesabı sormaya kalksak faturasını bize ödetiyorlar.

 Sabahtı galiba, gözlerimi açtım. Yataktan kalkıp, odanın içindeki lavaboda yüzümü yıkadım. Arkamı döndüğümde babam odadaydı. Gözlerine baktım, yanına gittim, bütün kırgınlığım geçmişti.

“Baba, çıkar beni buradan, uyuşturuyorlar beni” diyemedim. Babamın attığı tokat ile yere düştüm. Elim vurduğu yerde, gözlerim ayaklarındaydı.”

“Benim Ela’m, benim Ela’m nasıl yapar bunu? Nasıl bu kadar küçülür, anlat bana. Anlat bana Ela, nerede yanlış yaptım kızım? Zeynep’le mi gömdük onu.”

(…)

Yanıma diz çöküp, omuzlarımdan tuttu, sandım ki kaldıracak beni basacak bağrına. Sarsmaya başladı;

“Bir şey söyle, bir şey söyle Ela! Konuşsana…

Yüzüme tükürüp: 

“ Benim senin gibi bir kızım yok artık” dedi… Gitti. Oda mı farkındaydı yok olup gittiğimin? Kalktım odaya bir göz attım. Her zaman plastik şişede verilen su yerine cam sürahi koymuşlar. Onların amacı da benim amacım aynıydı. Hem babam ne demişti? Zeynep’le gömdük onu. Elimdeki cam sürahiyi duvara fırlattım. Kırılan parçaların yanına diz çöktüm.

Yine kırık döküksün be içim. Cevap versene. Haklısın, gücün kalmadı, konuşmaya, ağlamaya, haykırmaya… Acımaya halin kalmadı.”

Kesilen yerden kanım değil, kanımdaki zehir aktı… Gözlerim karardı, Zeynep geldi…

 

“Neden geç kaldın Zeynep? Ben sana bir sürü şiir yazdım, Duydun mu?”

 

 

 

Bir Zeynep koydum kara toprağa,

Bin Ela gitti benden uzağa.

Mezarına çakılan her bir tahta parçasına,

Sözler koydum daha konuşulmamış,

Hayatlar koydum henüz yaşanmamış.

Ölüm kokusu ile doldum,

Ayrılık aldım,

Nefessiz kalmış