Yıl 2009

Tarih 4 Temmuz.

Nasreddin Hoca Türbesi’nin önü yine Hoca’yı kaldırmaya gelen Akşehirliler olsun, yabancı ülkelerden Almanya’dan, Belçika’dan, Hollanda’dan, Bulgaristan’dan, kısacası dünyanın dört bir yanından gelen misafirlerle dolu.

Nasreddin Hoca Türbesi’nin kapısından girip Hoca‘yı görmek için bütün dünya akın etmiş, kapıdan girmek ne mümkün…

Belediye Başkanı konuşacak diyorlar.

—Sevgili Akşehirliler… Diyor, gerisini duyabilirsen duy…

Gerilerden ne duyup ne de görebiliyorsunuz. Erken gelmemenin cezası, Hocayı arkadan görebilirsen görebilmek…

—Hoca kalktı, Hoca kalktı diye halk bağrışıyor…

Hoca’yı görmek için, yüzlerce kişinin arasından geçiyorum…

            Hoca türbesinin önünde, başında kavuğu, üzerinde cübbesi, elinde kocaman doksan dokuzluk tesbiğiyle görünüyor.

Nasreddin Hoca gülümseyerek:

— Sevgili Akşehirliler ve siz yabancı misafirlerimiz dünyanın ortasına hoş geldiniz! Diyerek, ardından da, : - Hani benim Karakaçanım? Hani benim çömezlerim? Diye soruyor.

Hocanın çömezleri hemen Karakaçan’ı getiriyorlar.

Hoca:

—Bu benim Karakaçan’ım değil; benim Karakaçan hemen böyle gelmez di ya diyor, neyse. Bırakın siz beni çömezler, ben binerim…

Hoca Karakaçan’a biniyor fakat Karakaçan’ın yürümesi ne mümkün, polisi, jandarması hemen kalabalığı açmaya çalışıyor…

Bu arada Karakaçan birden huysuzlanmaz mı?

Çömezler imdada yetişelim diyorlar fakat onca kalabalığın içinde Karakaçan hızlanmaz mı? Durdurmak ne mümkün, Karakaçan’ı durdurabilirsen durdur.

Polis, jandarma, halk Karakaçan’ı durdurmaya çalışıyor, bu arada halktan da bağrışmalar:

— Aman hocam dikkat etttt! Demeye kalmadan, Nasreddin Hoca eşekten düşmesin mi? 

 Halk gülüşmeye başlıyor.

—Nasreddin Hoca eşekten düştü. Hoca eşekten düştü diyerek alay ediyorlar.

Nasreddin Hoca hiçbir şey olmamış gibi:

—Önemi yok. Diyor. Önemi yok. Düşmesem de zaten inecektim. 

Hocayı çömezleri olsun, halk olsun hemen Karaçan’a bindirmek istiyorlar.

Hoca hiç bozuntuya vermeden,

—Zaten kapıya kadar gelmiştik, bundan sonra yürüyerek gidelim, Diyor. Ardından, bu Karakaçan’ı satacağım ya diyor, alan olur mu ki?

—Hocam bu huysuz Karakaçan’ı kim ne yapsın?

—Torunlarım, ben zaten bu Karakaçan’ı neler çektiğimi göresiniz diye yanımda taşıyorum, amacım satmak değil ki zaten diyor.

Bu arada da heybesinden çıkarttığı şekerleri, torunlarını çok sevdiğinden olsa gerek kalabalığın üstüne doğru savuruyor.

Akşehir Halk Oyunları Ekibi gösterilerine başlıyor.

Hoca önde Karakaçan’ın ipini çekiyor, kapıdan çıkar çıkmaz:

— Aaaa! Bu ne? Torunlarım, benimle birlikte Karakaçan ‘ın anıtını yapmışsınız… Ne kadar da güzel olmuş…

Biraz daha ileriye gidince:

— Bu benim kazanımın büyüğü değil mi?

Halktan cevap hemen geliyor:

—Evet Hocammmm!

— Ya bu?

— Parayı veren düdüğü çalar fıkran için yapılan anıtın.

—         Ya bu?

—         Ya tutarsa fıkranın anıtı…

Hoca daha pek çok fıkrasını sanki bilmiyormuş gibi, torunlarına bir bir soruyor.

Birden:

—İyi bunlar güzel de torunlarım, bu büyük bina ne ola ki?

—Bak işte Hocam o bina Akşehir Kültür Merkezi diyorlar…

Nasreddin Hoca:

—Kim yaptırdı ki?

—Belediye Başkanı, diyorlar.

Hoca:

—Belediye Başkanı da kim? Timur mu?

Halk gülüşüyor:

—         Mustafa Baloğlu diyorlar…

Nasreddin Hoca gülerek:

—İyi, iyi çok güzel!

Halk gülüşüyor.

Arkadan Belediye Başkanı Mustafa Baloğlu geliyor, O da gülüyor.

Nasreddin Hoca tekrar eşeğine biniyor:

—Haydi, torunlarım Akşehir Gölü’ne gidelim. Haydi! Diyor.

Hoca eşeğinin üstünde halk onu takiben Akşehir Gölü’ne gidiyorlar.

Halk oyunları ekibi oyunlarına devam ederken, onun arkasında halk yürüyor, fakat ne yürüyüş… Kameralar, telsizler, polisler, jandarmalar, çoluk çocuk, öylesine büyük bir kalabalık ki…

Göle varılıyor. Hoca elinde kovasıyla göle yoğurt çalmaya başlıyor.

Halk hep bir ağızdan:

—Hocam hiç göle çalınan maya tutar mı? Diyor.

Nasreddin Hoca ;

-Ya tutarsa !

 

Halk oyunları tekrar Akşehir halk oyunlarını oynamaya başlıyor. Akşehir halkı oyunlarla birlikte coşuyor…

Akşehir’in üstüne bir yağmur yağmaya başlıyor.

Nasreddin Hoca eşeği ile birlikte ortada kalıyor, bu arada da:

— Sevgili torunlarım, ne kadar ayıp? Siz ki benim torunlarımsınız, hiç Allah’ın rahmetinden kaçılır mı? Diyor.

Halktan:

— Biz Allah’ın rahmetinden kaçmıyoruz ki sadece yeri ıslatan rahmeti çiğnememek için koşuyoruz diyorlar.

Nasreddin Hoca gülümsüyor:

—            Sizi sizi! Diyor. Hiçbir fıkramı da unutmamışlar bak hele!

Arabası olan arabasına, yayan yürüyen yürüyerek, tekrar Akşehir yollarına koyuluyorlar.

Nasreddin Hoca:

— Ben, bugün bizim suratsız, inatçı, gülmez sultanı göremiyorum… Yoksa o benim her yıl olduğu gibi bu yıl da 5–10 Temmuzlarda halkın içerisine karışarak gezdiğimi bilmiyor mu? Bizim Hatun nerede? Diyor.

Yine halktan bu kez bir kadın Karakaçan’ın önüne atılarak:

— Hoca, diyor, Hoca, senin karın çok geziyor…

Nasreddin Hoca Karakaçan’ın üzerinden:

—Yanlışın var torunum, yanlışın var…

—Eğer senin dediğin gibi benim hatun çok gezseydi, arada sırada bizim eve de uğrardı, bak şenliklerime bile gelmemiş…

                                               ****

Neden sonra Akşehir’e Nasreddin Hoca ve torunları geldiler.

Akşehirli genç bir torunu:

—Hocam sizin Sivrihisarlı, Kayserili olduğunuzu söylüyorlar?

Hoca büyük bir kahkaha atarak:

—Sana şunu sorayım, benim Bulgaristanlı, Yunanistanlı olduğumu da söyleyenler var mı?

Torun :

—Vallahi bildiniz? Gerçekten de bunları söyleyenler de var!

Hoca:

—Ben Akşehirliyim. Evim buradaydı. Türbem de bak burada, ayrıca ben sağlığımda buralardan da çok giderdim. Akşehirliyim. Sivrihisar’da, Kayseri’de göl mü var? Yoksa Akşehir gölünü benim sağlığımda oralara mı götürmüşlerde ben göle maya çalmışım? Fesüpanallahhhh!

Bu arada onca kalabalığın içinden nereden çıktı geldi bilinmez, vahşi bir köpek Nasreddin Hoca’nın eşeğinin önüne çıkmaz mı, polisi, jandarması köpeğe:

—Hiştttt! Hoşttttt! Diyorlar, ama nafile.

Köpek Karakaçan’a öyle bir bağırıyor ki, vahşi mi vahşi bir köpek.

Nasreddin Hoca hiç telaşa kapılmadan, yüzyıllar öncesinden seslendiği gibi:

—Geç yiğidim geç! Diyor.

Vahşi köpek birden uysallaşarak, kalabalığın arasından kayboluveriyor.

Bu arada iki kişi Nasreddin Hoca‘nın yanına yaklaşarak yüksek bir sesle konuşuyorlar, konuşmalara Nasreddin Hoca da şahit oluyordu.

— Amma da hıyarın birisisin arkadaş, Hoca ‘nın eşeğinin önüne köpek geçiyor da kaçıyorsun… İnsan hiç köpekten korkar mı?

Nasreddin Hoca eşeğin üstünden hemen atılarak:

— Yooo… Diyor… Arkadaşına iftira etme… Çünkü hıyarın salatası olur, turşusu olur, cacığı olur, söyle bana arkadaşının nesi olur?

Bunu duyan iki arkadaş gülmeye başlıyorlar ve hemen Hoca’nın yanından ayrılıyorlar.

Nasreddin Hoca, çömezlerini yanına çağırarak:

—Bugün çok yoruldum, artık evime gidip dinleneyim, yarınki şenliklerde buluşalım diyor.

Nasreddin Hoca, Karakaçan’ı ile birlikte evine doğru yol alıyor, Akşehir halkı ve gelen tüm misafirler şenlik alanını terk etmeye başlıyorlar.

 Karısı her zaman ki yine asık suratıyla Hoca’yı karşılıyor.

Nasreddin Hoca:

— Nedir bu suratın? Yüzünden düşen yine bin parça oluyor. Bu gülmez sultanlıktan ne zaman vazgeçeceksin? Hem sen benim bugün Akşehir’de şenliklerimin düzenlendiğini bilmiyor musun? Neden şenliklere katılmadın? Diye söylenmeye başlıyor.

Kadın kendine bahane bulmaya çalışarak:

— Hiç sorma Hoca komşularımızdan bir kadın öldü de, ailesine başsağlığı dilemeye gittim. Cenaze evinden gelen kimse gülmez ki…

Hoca karısının bahanesinin geçersiz olduğunu anlayıp:

— Haydi haydi! Ben senin düğün evinden geldiğin zamanı da biliyorum. Diyerek, bu arada da Karakaçan ‘ın ipini karısının eline uzatıyor.

—Karakaçan’ı da ahıra götürüver, sakın yem vermeyi de unutma. Bak yarın yine şenliklerim var, ona göre. Diyor.

Hoca’nın karısı inatçı mı inatçı.

—Bugün de sen yemlesen olmaz mı? Diyor.

Nasreddin Hoca:

—Torunlarım bugün beni çok yordu… Hele ki Akşehir ne kadar güzelleşmiş… Anıtımı yapmışlar, hatta Karakaçan’ın bile… Daha sonra Akşehir Gölü’ne maya çaldım, filan derken yoruldum… Haydi, hatunnn beni kızdırma!

Nasreddin Hoca ve karısı Karakaçan’ı kimin yemleyeceği hususunda anlaşamayıp sonunda da bahse tutuşuyorlar. Aralarında da ilk ağzını kim açarsa eşeği onun yemlemesine karar veriyorlar.

Hoca bu hiç ağzını açar mı? Hoca’ya kızan karısı o inatla evden çıkarak komşusuna gidiyor, Hoca’da evin ortasına oturup:

— Nasıl olsa sen eve dönecek değil misin? Diyerek beklemeye başlıyor.

Bir süre sonra eve hırsız girip, Nasreddin Hoca’nın sessiz sedasız evde oturmasından yararlanarak evin tüm eşyaları toplayarak evden ayrılıyor.

Birkaç saat sonra Hoca’nın karısı eve döndüğünde, eşyaların çalınmış olduğunu görür görmez:

—Hoca diyor, Hoca. Eve hırsız girmiş, sen neden hiç sesini çıkarmadın?

Hoca karısı konuşunca:

—Hadi bakalım hatun! Diyor. İlk sen konuştun. Aşağıya in de eşeğin yemini ver.

Evin eşyaları çalınsa da Hocanın bahsi kazanmasının keyfi o gece kendisine yetiyor da artıyor; sedirin üstünde derin bir uykuya çekiliyor.