Gecenin saat dördü… Kasabada in-cin top oynuyor. Kasaba karanlığa gömülmüş, mahalle aralarından köpek ulumaları duyuluyor.
Kasabanın tek faytoncusu bu yıl da posta sürücülüğünü almış, kasabadan şehre, şehirden kasabaya en az beş kilometre uzaklıktaki tren garından postayı getirip, kasabadan da postayı götürecek. Postaya çıkmak üzere faytonu hazırladı. Kızılca Mahallesi’ndeki evinden faytonuyla Fırıncı Fatma Ablanın mahalle içerisindeki evinin önünden, Cumhuriyet İlkokulu’nun önünden, şehri ikiye bölen Çay’ın üzerindeki köprüden, yazlık bir sinemanın önünden geçtikten sonra postanenin kapısının önüne geldi. Gözlerinden hala uyku akıyordu.
Postanenin içinden memur seslenerek;
-Tam zamanında geldin. Bugün fazla posta da yok. Sadece küçük bir çuval.
-Tamam, alayım.
Posta çuvalını aldı.
Memur;
-Yalnız teslim belgesini de imzala.
Postayı teslim aldığına dair imzayı da atarak ayrıldı. Faytona posta paketini aldı. Yan yana koşulu atlar sakince duruyordu.
İçeriden memurun sesi duyuldu;
-Yolun açık olsun, güle güle. Hayırlı yolculuklar.
Fayton sürücüsü atlara kamçıyı yapıştırdı, gece karanlık tren yolu ise kasabaya beş kilometre kadar uzaktaydı. Kasaba gecenin karanlığında uykuya dalmış, köpek ulumalarına gecenin karanlığında bir baykuş sesi cevap veriyordu. Hafifçe esen bir rüzgâr ıslık çalarak neredeyse karanlığı yutacak gibi iç geçiştiriyordu. Tren garına giden upuzun yolun iki yanını çevreleyen yüksek ağaçlar, Ay’ı görünmez kılıyordu. Böylece bir kilometre kadar daha gitti. Ağaçlar hâlâ yolun iki tarafını sarıyordu.
Sürücü yıllardır posta taşıyıcılığı yapıyordu ama bu uğursuz köpek ulumaları ve baykuş sesleri bugün daha mı fazlaydı. Ağaçlar birden kayboldu. Mezarlığın yanından geçiyordu. İçerisinden dua ederek bir yandan da atları kamçılayarak çabuk geçmek istiyordu. Atlar birazcık daha hızlandı. Tren garının kilometrelerce öteden ışıkları görünüyordu, mezarlığın kenarından bir çay akıyor, çayın sesine kurbağa sesleri karışıyor, gecenin sessizliğini ötelerden gelen köpek ulumaları, bir baykuş sesi ve ağaçların hışırdayan sesleri kaplıyordu.
Tren garına ulaşmasına bir kilometre kala hava öylesine bir karardı ki artık ne yıldızlar ne de gökyüzü görünüyordu. Aniden bir gök gürültüsü, ardından şimşekler çakmaya başladı.
Posta sürücüsü öfkeyle:
-Atlar, ürktü, Aman Allahım!
Fayton ansızın yoldan çıktı ki az kalsın hendeği dolduracaktı. Şimşekten ürken atlar faytoncuyu korkutmuş, bir yandan besmele çekerek, bir yandan da “Durunnn!” diye bağırıyordu. Neden sonra faytoncu atları durdurabilmişti, fakat birden bastıran bir yağmurun altında faytonu yola bırakmış, kendisi de yol kenarında bir söğüt ağacının altına gizlenebilmişti. Saat gecenin beşini gösteriyordu, faytoncu yalnızdı ve bu gece korkunç geçiyordu.
***
Bu arada ağaçların arasından yirmi beş yaşlarında bir genç gecenin karanlığında önüne çıktı.
-Tren garına mı?
-Evet, dedi ama elinde küçük bir çanta ile gecenin bu vakti karşısına dikilen genç de kimdi. Dile kolay, yıllarca her gün yaptığı bu yolculuklarda başına neler geldi, neler. Kışın karda posta getireceğim diye yollarda mı kalmadı, faytonun tekeri mi çıkmadı. Bugün olduğu gibi atlar faytonu yoldan mı çıkartmadı. Bu genç de nereden çıktı şimdi?
Genç çocuk:
-Vasıta yok. Yolda kaldım. Yürüyerek tren garına gidecektim. Yağmura yakalandım. Üniversitede okuyorum. Sabah gelen trenle gidecektim.
Faytoncu:
-Tamam evlât, dedi, tamam.
Çocuk büyük bir mutlulukla faytona bindi.
Çok şükür, yağmur dinmiş, hava da aydınlanmaya başlamıştı.
Gençten çocuk:
-İstasyona varmamız uzun sürer mi?
-Bir on dakikamız var.
İstasyona vardıklarında trenin uzaktan sesi duyuluyordu.
Üniversiteli gençten çocuk:
-Teşekkür ederim. Siz olmasaydınız, treni kaçıracaktım, diyerek çantasıyla faytondan indi.
Tren dumanını çıkartarak istasyonda durdu.
Üniversiteli trene bindi.
Bir fayton daha durdu. İçerisinden üç kişi indi ki içlerinden diğer ikisinden uzun boylu ve pos bıyıklı olan faytoncuya;
-Buralarda yirmi beş yaşlarında elinde çantası olan birisini gördün mü?
Faytoncu:
-Evet. İstasyona gelirken yolda aldım. Üniversite öğrencisiymiş.
-Ne üniversite öğrencisi kardeşim. Hırsız o hırsız!
Faytoncu:
-Hırsız mı? Nasıl olur?
-Evet hırsız.
-Şimdi trene bindi.
Pos bıyıklı:
-Yakalayın trenden şunu!
Koşarak trene bindiler. Biraz sonra da üniversiteli olduğunu söyleyen hırsızı yaka paça yakalayıp getirdiler.
Pos bıyıklı sivil polis;
-Sen de postayı aldıktan sonra karakola geleceksin, senin de ifadeni alacağız, dedi.
Faytoncu korkmuş, başını önüne eğmiş ve sadece ağzından:
-Tamam amirim, sözü çıkabilmişti.
Trenden aldığı postayı faytonla kasabaya götürürken, söylene söylene gidiyordu.