Evden çıktı. Sokaklar köstebek yuvası, çalışma var; dört yolun üçü kapalı. Aracı ile insan evine dönmek için geldiği kadar bir yol daha gidiyor

Yollar dolambaç, yollar bulmaca. Sabah açık olan yol öğleye doğru kapalı. Araç toz toprak, ne rot kalıyor tekerlerde ne balans. ( Borç-harç ikinci el,  bir araç almışsın, borcu tükenmemiş, mal canın yongası insan kıyamıyor işte!) Tamircilere iş çıkıyor. Hep masraf! Sanayiye düşte gör! Tekeri başka dükkândan, bilyası başka yerden, cıvatası başka dükkândan. Kaportacısı ayrı, egzozu yapan ustası ayrı para istiyor; her şey ateş pahası! Hiçbir şey olmasa bile bir çarşıya gidip gelsen toz toprak. Oto yıkaması ayrı para. Yürü diyeceğim ya her yere de yürünmez ki! Yürünecek yer var yürünmeyecek yer. Tamam yürü yollar düzelinceye dek diyelim ” Farz et ki araban var  yürüyeceksin. Güzel. Ayakkabı ucuz mu? Ya hâlâ toplanamayan kenarda köşede kalan köpekler! Kendi kendine beş yüz liraya aldığım köpek kovucum var dedi, o da olmazsa eline kırılmayan cinsinden bir metre uzunluğunda bir sopa alır öyle çarşıya çıkardı. Sallaya sallaya yürürdü, “el mi yaman bey mi yaman, yaklaşsınlar da görelim! Can bu!” Kendi kendine, sen bilirsin, paşa gönlün bilir artık!” diyordu.

Evden çıktı. Toz toprak, delik deşik yollardan sağ elinde köpek kovucu ile yürüye yürüye anıta kadar gitti. İyi köpeklere pek rastlamadı. Galibe toplanıyorlardı, yine de tetik de olmak lazımdı, Ne olur ne olmaz! Sanki araçlar üstüne üstüne geliyordu. Yol bakımından bir o yana kaçtı bir bu yana. Kâh araçlardan, kâh tozlardan kaçındı. Cumartesi gününe dair bir kalabalık var. Anıtın önünde durdu. Orta yerde kuru bir havuz var araç girmesin diye işaretler var. Anıtın ortasında kapalı kuru havuzun üstünde araç çıkıp havuzu yıkıyor. Yok artık! İster inan ister inanma! İşaret dubaları konulmuş; (kuru havuz var yazılmış) iyi de olmuş! Ben bu havuzun hiçbir işe yaradığını görmedim. Birkaç kez suyun deliklerinden çıkıp çocukların bu su da oynayarak annelerinin kızdığını, muhtemelen de hatta yüz de binbeşyüz evlerine çocukların gittiğinde de hasta olduklarına inandığım bir havuz. Ne işe yaradığını anlamadım. Alanı mı serinletiyor, yoksa sular havuzdan çıkıp alan mı bu su ile yıkanıyor? Her çöktüğünde masraf üstüne masraf! Zarar ziyan! Diye düşüne düşüne alana girdi,

Alan sıcaktı. Baktı olmadı, onca yol yürüdü; yorgun-argın oturdu bir banka. Çocukları seyretti. Patenle kayan, normal ve elektrikli bisiklete binen, birbirini kovalayan çocukları, banklarda oturanları, ilerde çay içenleri, dondurma yiyen çocukları, bir ağacın altında miskin miskin uyuyan köpeği uzun uzun seyretti. Sonra patenle kayan bir çocuk düştü; annesi banktan koştu, şimdi çocuk ağlayışı alanı kapladı; çocuk durmadan ağladı; neden sonra sesi kesildi.

Zaman bir su gibi akıp gidiyordu, insan ömrünü tüketen. İnsan tükeniyordu. Ellerde, ayaklarda, dökülen saçlarda tükeniyordu. İnsanın ruhu değişiyor muydu? Evet! Dünkü ruh hali ile bugün aynı mıydı? İnsanın bütün vücudu değişir de ruh değişmez miydi. Ya gözler? Sanki gözler, gözlerdeki renkler değişmiyordu da feri kalmıyor gibiydi. İnsanı zaman aldatmış, kandırmış yıllarla çöken bedenin çökmüş, ruhun öyle. Her şey zamanla değişiyordu. Kırk yıl öncesinin anıt alanı şu andaki anıt alanından kırk kat daha güzeldi. Gençliği gibi. Belediye binasını, Saray Sinemasını, yazlığını, düğün salonunu, kütüphaneyi aradı, nerde gençliği, nerde belediye binası? Bir varmış bir yokmuş, masal gibi bir şehirmiş, bir varken bir nasıl oluyor da yokmuş, ya vardır ya yok. Anlamamış neden daha çok var değil de daha çok yokmuş.

Yalnız başına, anılarıyla bankta oturuyordu, bir klakson sesi, anılarından sıyırdı, Elli yaşlarında. Ömrünü bu şehre adamış bir Akşehir sevdalısı. Sevmiş, aşkla. Sanki şehrin yıllardır değişmeyen belediye başkanı, sanki bu şehrin derdi, tasası, yıllardır değişmeyen milletvekili, şairi, yazarı, sevdalısı. Genç bir çocuk yanındaki banka oturdu. Yirmili bilemedin yirmi beşli yaşlarda. Belli işte; genç bu şehirli. Oturuşu, çevreyi gözlemi. Akşehirli, kimlerden, kimin oğlu, bilmem kimin torunu?  Sormalı mıydı? Vazgeçti. Yandaki banka mahallin bir gazetesini gördü. Okumaya başladı. Sonra bir ses “Ağbi ateşin var mı?” diyen yandaki banktaki genç.

 “Evlât ben sigara kullanmıyorum” dedi.

Genç: Hiç kullanmadın mı? Diye sordu,

“-Senin yaşlarındayken içtim, fakat yirmi beş yıl oldu bıraktım,” dedi.

Genç: “Ben de tiryaki değilim ya dedi, böyle içiyorum arada,”

Genç yine yandaki oturduğu banka gitti.

Okuduğu mahalli gazetede bir yazıda sanattan, şiirden, edebiyattan dem vuruluyordu. Sanat, edebiyat, şiir…Daldı gitti yıllar öncesine. Doksanlı yıllar. Yerel gazetede şiirleri yayınlanıyor. Sevdaya dair şiirler. O zamanlar genç, yakışıklı ve sevdalı her genç. Şiirle de ilgileniyor gazete sahibi, kurucusu “ şiire pek yer vermiyoruz” diyor, pek çok şairi gazetenin kapısından döndürüyor, fakat onun şiirleri yayınlanıyor. Genç, sanata karşı da hevesli. Onun şiirleri yayımlanıyor fakat bazı şairleri “şiir yayınlamıyoruz” diye gönderdiği, “Gazetede yer olursa yayımlarız” dediğine şahit oluyor.

O yıllar tam da doksanlı yıllar, arkadaş genç bir şair.  Belediye Başkanına gidiyor, “5-10 Temmuz da şiir sergisi açacağım, bana bir yer bulur musunuz? “ Cevap aynen şu “ Yer yok!” diyor.

Genç şair; “Tamam yer yoksa diyor, pano!”

Yine bildik cevap; “Pano da yok, Varsa da zabıta müdürlüğünde vardır. Oraya bir bak! Varsa oradan al! Yerini kendin bulursun!”

O zamanlar at arabaları şehrin içine girmesi yasaklandı. Ne yapacaksın?! Tuttu mu arkası açık bir araç. Dört pano götürecek, o da ister mi anasının nikâhını. Şiir diyor, sanat, edebiyat. Şoför tutturdu mu: “Ben anlamam kardaş diyor, şiir, sanat, edebiyat! “ Adam tutturmuş alacağı parayı söylüyor. Ekmeğinin derdinde. O da haklı! Üç aşağı beş yukarı anlaşıyorlar. Şiir yaz, kırık panoları bul, şiirleri (daktilo ile yaz, o zaman daktilo var, bilgisayar denildiğinde yenir mi içilir mi diye sorulan bir zaman ) şiir sergisi açacağın yeri  yalvar yakar bul. Panoları yazdığın şiirleri yapıştır, Sırf eziyet!

İşte şehirde şiir!

İşte şehirde edebiyat!

Al sana sanat!

Deli misin? Veli misin? Derdin ne? Git işine bak!  Genç çocuk ya heves etmiş, şiir sergisi açacak. Akşama kadara çalıştığı garsonluktan, amelelikten kazandığını kitaba, şiire veriyor, sergi açacak, şiirlerine karton alacak, pano bulacak.

Gitti mi zabıta müdürlüğü binasına (şimdi şehir hamamının karşısında, bodrum gibi bir yer İki kişi yan yana zor girer) Kırık, güdük birkaç pano buldu, zabıtalar vermek istemez, kaç yıl önce. Panoları çıkartırken, belediye başkanı ile ayrı, zabıta ile ayrı, olduğu yerden panoları çıkartırken ayrı cebelleş, elini kolunu daracık yerden çıkartacağım diye çizdir,  görme, parmağını kırık panonun çivisini batır. Zor bela bir okulun birisinin kapısının önünde şiir sergisi açmıştı. O zamanlar bazı şairlerin şiirleri yayınlanmıyor, esamisi bile okunmuyor, hatta şiirlerini bile gazetede zor yayımlatıyorlardı. (-şimdi bilmeyenlere gel de anlat! Ben biliyorum, yaşadım.) Akşehirli şair olarak Mehmet Cem Yiğit, Fuat ÖZAKÇA vardı, Kadir TURPÇU, Mehmet KADİROĞLU ilk akla gelenler… o yıl şiir sergisini Akşehir’de o genç arkadaş 5-10 temmuzdan ayrı bir şekilde fakat aynı tarihte açmıştı, ( ondan önce de şiirle ilgili Akşehir’de sergi açıldığını varsa da o bilmiyordu, sonradan Ahmet Çuhacı’nın vefatından sonra açıldı, onu da Ahmet Çuhacı’nın pekçok şirini beğenmemesine, rağmen onun adına şiir sergisi açılmasını kendisi bir yazısında tavsiyede bulunmuştu.) kendisinin şiir sergisine gelen kalabalık bir okur kitlesi oluşmuştu; samimi söylüyorum, gençlik tarafından çok beğenildi, gezildi, görüldü.

Akşehir’de sanat, şiir, edebiyat ile ilgili yazıyı okudukça acı acı gülümsedi. O yıllar Akşehir Halk Kütüphanesi’nde birkaç kez ayda bir şiir günleri düzenlendi. Ya bir ay sürdü ya iki ay, ayda bir olsa iki ayda iki kez.  Mehmet Cem YİĞİT, Mehmet KADİROĞLU,  (Şair Fuat ÖZAKÇA, Allah rahmet eylesin) yine  (Şair Kadir TURPÇU, Allah rahmet eylesin) (İbrahim Erdem Allah rahmet eylesin lisede müzik öğretmeni), yine Allah rahmet eylesin Şair Ahmet Çuhacı kütüphanede düzenlenen şiir günlerine katıldı. Kendisi de kütüphane şiir dinletilerinde şiirlerinden okumuştu, fazla rağbet olmadı, hatta hiç olmadı diyebilirim.  Sonradan da dağıldı gitti, yapılmadı, ne gelen oldu ne giden, ne anan ne hatırlayan.

Akşehir’de şiir, Akşehir’de şiir, sanat ve edebiyat, diyerek acı acı gülümsedi. Bu anlattığım olay, aynen olmuştur, yıllar yılar öncesinden de bizzat da başımdan geçmiştir, diyerek uyuşan ayakları ile evine doğru tozlu yollardan yavaş yavaş evine doğru yürümeye başladı. Sonra yine mahalli gazetedeki yazı aklına geldi kendi kendine acı acı gülerek “İnsanı güldürme dedi Akşehir’de sanat mı?” Nedendir bilinmez güle güle yürüyordu, etrafına bakınıyor, inşallah kimse görmemiştir” diye de çevreden çekiniyordu.  ( 10/08/2024 –AKŞEHİR)