Evden çıktım. Sıcak bir hava var. Öylesine sıcak ki “yürüyerek şehre gideyim” diyorum. Ne mümkün yürümek. Biraz yürüyorum. Dolmuş durağına bakıyorum. Durak boş. Ne gelen var ne giden.
Yürüyorum. Ardımdan bir ses. Bir arkadaş. Uzakta, el sallıyorum. Dolmuş geliyor. Neyse durakta durdu. Hemen atladım. Dolmuş beni aldı. Kapı kenarında durdum. Şoför kapıyı kapatmıyor. Esintili. Nereye gidecektim? Hangi zamandaydım? Nereye? Bildik, aşina yollardı bu yollar. Ihlamur ağaçları vardı Hıdırlık yolunda. Kılıçlar Apartmanı. Yağlı Dede Türbesi. Hep bildiğim geçtiğim yollardan yavaş geçiyordu minibüs. Köşedeki bakkal Fazıl’ın, İmaret Camii’nin önünden geçtik şimdi. İnmeliyim. Yürümeliyim. Kızılay Aşevi’nin önünden yürümeli. İnmek lazım. İndim.
Öyle bir sıcak var ki. Ceketimi çıkardım, elime aldım. Arasta’nın içerisinden yürüyerek geçiyorum. Bir semercinin önünden geçtim. Etli ekmekçi Ali’nin önünden. Tuhafiyeci Sinan’ın önünden, oradan Helvacı Necmi’nin dükkanın önünden, derken İplikçi Camii önünden Anıt’a çıktım. Hangi yıldaydım. Hangi ayda. Güvendik Pastanesi’nin önünden bir ses işittim; “Müdür Bey, soğuk bir şeyler içelim. Buyrun!” Döndüm baktım, Güvendik Pastanesi sahibi Erdal Güvendik. Dondurma söyledi. Kaç dakika geçti bilmiyorum. Havadan, sudan konuştuk.
Anıt alanındayım. Sonra bisiklet tamircisi Kadir Usta vardı. Yanında ahşap bir ev, büyükçe bir kapısı vardı. Hangi zamandaydım? Hangi yılda? Anıt Alanının önü dört-beş fayton. Çiçekler. Güller. Sinema. Film afişleri. Gelecek programın film afişi. Kış çekilen filmler. İzledim bunları. Bir sünnet çocuğu. Sünnet arabası fayton. Faytonlarla geçiyor. Zamanda bir yolculuk yapıyorum. Ardı ardına faytonlar dizilmiş. Bir gelin geliyor. Düğün salonuna. Parkın müzik sesi son sesinde. Parka giriyorum. Yıl 80. Bir çay söylüyorum. Sıcaktan garson bile isteksizce getiriyor çayı. Çay iyi geldi, hararetimi aldı. Az sonra on ikiye doğru film başlar. Sinemaya girmeli. Saray Sineması’ndaki filmi gördüm. Film başlamasına yirmi dakika var. En yakın sinema Uzay Sineması. Hava sıcak. Haziran sıcağı. Yürüdüm Uzay Sineması’na. Haziran gülleri parkta ne güzel de açmıştı. Kırmızı, beyaz, pembe güller. Hava o kadar güzel. Akşehir parkı, Anıt Alanı ve haziran ayında açan güller. Yavaş yavaş yürüyorum. Sinema iki yüz adımlık yer. Gençleri gördüm, gülerek geçen. Kısa gömlekli, kısa etekli kızlar. Sigara dumanını havaya savuran gençleri gördüm. Sevgilileri gördüm. Gülerek giden. Güvendik Pastanesi’nin önü biraz daha kalabalıklaşmış.
Park uzakta kaldı. Sünnet çocuğu parkın etrafını faytonlarla dolandı, şehirden aşağıya gidiyor şimdi. Gelin düğün salonuna girdi. Belediye Binasının önü kalabalık. Kütüphaneye çocuklar giriyor. Hızlı adımlarla Uzay Sineması’na giriyorum. Sinema içindeyim. Serin. Salonun duvarları film afişleriyle dolu. Seyrettiğim film afişleri. Küçüklüğümden bu yana sinemaya karşı bir ilgim var. Sanki bu artistler benim dostum, arkadaşım. Cüneyt Arkın’a bakar mısınız? Nasıl da güler yüzlü. Ya şu film afişinde elinde tabancası ile duruşu. O bizim kahramanımız. Battal Gazimiz, Kara Murat’ımız. Ya Ayhan Işık’a ne demeli? Ya Hülya Koçyiğit’e, ne kadar da güzel kadın değil mi? Sanki artistler benim dostum, sanki arkadaşım. Sinemanın boş denecek kadar müşterisi az. Ortalardan bir yer buldum kendime. Gong çaldı. Film başladı. Bir karate filmi. Bol vurdulu kırdılı bir film. Seyrediyorum. Neden sonra film bitiyor. Işıklar yanıyor. Birbirine bakan yüzler. Karanlıktan aydınlığa çıkan yüzler.
Çıktım sinemadan. Öğle on ikide başlayan filmden çıkmışım. Sıcak, hala sıcak. Nereye gitmeli? Ne yapmalı? Haziran sıcağı da benimle yürüyordu. Yürüdüm. Adliye Parkı’na doğru, serin bir ağaç gölgesi bulurum umuduyla, sıcak bırakmıyordu. Serinliğin inmesine, ikindiye de en az üç saat vardı. (29 Haziran 2023-Akşehir)