Güneş odanın içine dolmuştu. Parlayan güneşle gözlerini açtı. Küçük penceresi bahçeye bakıyordu. Bahçenin içerisinde tam da pencerenin önünde asma vardı pencereye kadar uzanan, onun yanında erik ağacı vardı onun ilerisinde yine erik ağacı, kiraz ağacı sol tarafından yine erik ve elma ağacı bahçenin ortasında fasulyeler, marullar, biraz ilerisinde çilekler, salatalıklar, bahçeye girişte güller, daha neler neler, akılda kalanlar bunlar.

Gözlerini açtı ki bahçeye gördü. Bir buçuk metre kadar uzunluğunda almış santim kadar eninde tahtadan eski pencere kanadını odanın içine doğru açtı. Ağaçlardaki kuş cıvıltıları odayı doldurdu. Odanın içerisine baktı. Etrafını sanki yeniden keşfediyordu. Tahta kaplı odanın içerisinde yürüdükçe tahtalardan sesler geliyordu. Kapının girişinde duvara gömme bir dolap vardı. Yanında yüklük, yan kapısını açınca tek kişilik banyo. Tahtadan dolabın içerisinde banyo.  Duvarda bir duvar halısı. Duvar içinde gaz lambasının konulduğu oyuk. Yıllardır yaşadığı oda. Fakir bir oda. Fakirliğin, garipliğin odası. Eşi Ali’nin sağlığında halleri vakitleri yerindeydi. Allah onu kendisinden önce yanına aldı. Fakirlik, gariplik çöktü. Olsun kendi yağında kavrulup gidiyordu. Medine nine kalktı pencereden uzun uzun evin bahçesine baktı. Eşi vefat edince kızının bahçeli bu evinde kalıyordu, kendisine kızı bakıyordu. Allah’a şükür eli ayağı tutuyor kendi işini de kendisi yapıyordu ya kızı işte seksen yaşındaki Medine annesini bir başına koyacak değildi ya öyle de olmadı zaten.

Bahçeli evin tahta kapısında tapı tokmağı el şeklinde. Kapı çalındığında tak tak diye ses verir. Evin bahçesine yakın bu odadan duyulur. Kapının kilidine bağlı şekilde ip evin içerisindeki hayattan Medine Nine’nın odasının kapısına kadar uzanır, çekilen iple kapı açılıverirdi.

Kapının açılmasıyla evin sol tarafında hanay kısmında da iki oda vardır ki orada da liseden okuyan öğrenci Ali vardır. Ali lise öğrencisi. Bugün de kapının çalınması ile sabahtan uyanmıştı. Kapının açılmasıyla hanayın en sonunda annesi ile birlikte kalan Elveda Abla. Elinde süt güğümleri ile içeriye girdi. Elinde süt güğümleri ile içeriye girdi. Evin içerisinde biraz ileride ahırdaki iki ineği vardı ki sabahtan kalkar sütleri sağar ve daha çok küçük çocukları olan ailelere verirdi. 

Ali sabahtan uyandı, daha doğrusu çalan kapının sesine uyandı; evden dışarıya çıktı. Evin biraz üst kısmında bakkal dükkânı vardı. Oradan bir gazete aldı. Gazeteye şöyle bir göz attı. Dün gece işlenen bir cinayet haberini gördü, sonra köşe yazılarına baktı, ilanları gördü, film ilanlarını okudu. Ölen kişinin fotoğrafı vardı, yanında da öldürenin fotoğrafı. Sabah sabah canı sıkıldı. Gazeteyi sol kolunun altına sıkıştırarak yürüdü.

Sabahın erken saatlerinde Şirin Irmak’ın ortasından akan su şehre âdete bir serinlik veriyordu. Irmak bu mahalleye ismini vermiş, bu mahalle bu isimle anılır olmuştu. Şirin Irmak Sokağı. Irmak’tan aşağıya doğru yavaş yavaş iniyordu. Irmağa yine su bırakılmış, dağlardan gelen suyun sesi adeta şehre doğru akıyordu. Birazdan tüm mahalleli evlerinden birer birer çıkarak ırmaktan akan suyu evlerindeki bahçelere yarım saatliğine de olsa akıtacaklardı. Ne güzel bir görüntü alacaktı mahalle. Birazdan kendi ev sahibesi Elveda Abla’da çıkacak bahçesine suyu akıtacaktı. Sadece Elveda Abla değil ki tüm mahalleli o zaman seyretmek gerekirdi bu mahallelideki imeceyi, o zaman seyretmek gerekir bu mahallelideki güzelliğini, neşeyi, yardımlaşmayı, küçüklerin büyüklerine saygısını, büyüklerin küçüklere olan sevgisini. Sonra akan ırmakta bazen de tüm mahalleli halılarını kilimlerini buradan akan suda yıkarlardı. Bakkalın biraz ilerisinde de Irmağın sağ tarafında bakkalın karşısında da bir dönemin Belediye Başkanı Cevdet Köksal’ın evi vardı. Onun evin biraz aşağısında karşısında küçük bir bakkal vardı, biraz aşağısında Mumcuların evi, köşe başında bir manav vardı, sonra Marangöz Lütfi Ağabeylerin evi hatıralarda kalan.    

Ne diyordum, Ali yavaş yavaş ırmaktan aşağı iniyordu ki mahallede oturan komşular akan suyla birlikte evlerinin önüne çıktılar, sırası gelen suyu kesecek evinin bahçesine suyu akıtacaktı. Bu arada bir fayton sokağa girdi, herkes evinin bahçesine su vermekte, fayton sokağa girince yavaşladı. Önce sağdaki at daha sonra diğeri huysuzlandı; atlar su içecekti. Faytoncu atları suladı. Bu arada mahalleli ırmaktaki suyu bırakmış şimdi de faytonun ve atların güzelliğine bakıyordu. Mahalleli faytonu da faytoncuyu da tanıyordu ya atlar suyu içerek yukarıya doğru yol aldılar.

Ali, İmaret Cami’nin önünden yürüyerek bir kahve önünde durdu. İçeride herkes oyun oynuyordu. Uzun boylu kravatlı birisi kahveye girdi. Onun ardı sıra şakalaşarak gelen iki genç de kahveye girdiler. Bu sokak kahvehaneler sokağı gibi. Her geçen şehrin göbeğindeki bulvardaki kahvelerden birisine giriyor. Bulvar sanırsın kahvehaneler bulvarı, o kadar çok kahve var ki. Onca insan canı sıkılan kahveye giriyor, Akşama kadar kahvede, okeyiydi, tavlasıydı, iskambiliydi, puluydu derken vakitlerin öldürüldüğü mekânlar.

Ali bir anda kendisini kahve içerisinde buldu. Kahvenin içerisinde bir nalbant başından geçen çapkınlık macerasını anlatıyor. Yalan dolan muhabbet. Dinleyenler de “gerçekten mi ?” dedikçe seninki o gazla yalana yalan ekliyor. İki genç Saray Sineması’na gelen son filmden konuşuyor.

Garson “Çay!” diyor.

Birazdan çayı geliyor. Günlerden Cumartesi olmalı. Ali biraz önce aldığı gazeteyi açıp bulmacasını çözmeye çalışıyor.

Çevresindeki insanlara bakıyor, kimdi bu insanlar, yukarı mahalleden Nalbant, ismini hatırlayamadığı bakkal, şoför, arabacı, at arabacı, bak bak kasapta ocağın yanında, pencere önünde oturan gençler muhakkak liseyi bugün kendisi gibi kırmış gençler. Tavla oynayan iki emekli. Bunlar bu şehrin, şehrimizin insanları. Kendisi de onlar gibi, köyden gelmiş, kiralık bir ev bulmuş şanslılardan.     

Sonra bir çay bir çay daha içti. Anıların filmi kopmuştu bir yerde. Ne Saray Sineması vardı artık ne de namı diğer Mavili. Ne Elveda Abla ne annesi Medine Nine, o evleri bile zamana karşı dayanamamış olduğu yere yıkılıvermişti. Hayat akıp geçiyordu. Ali’ye ne oldu? Bense yerimdeydim. Şirin ırmaktan uzak. Düşlerden anılardan uzak. Tek tek açıyorum geçmişin anılarını, değer mi değer. Her şeye değer. Sevgi, saygı, dürüstlük, verilen söze sadakat! Öykü yazan nereye gitti, ya ben neredeyim?

Bahçeli bir ev kaldı anılarında. Güzel insanlar. Gözünün önünde, anılarında taptaze.

Kahveden kalktı. Bulvarı geçti. Bir cumartesi akşamının insanları arasında yürüdü. Şirin Irmağa gidemezdi, o mahalle onda vardı fakat anılarında, şu anda ise o güzelliğinden yoksundu; vardı fakat artık onun anılarındaki güzelliği yoktu; yürüdü karanlığa doğru öylesine.  (Bitti)

(21/08/2024-AKŞEHİR)