Güya Birleşmiş Milletler diye bir uluslararası çatı örgütü var. Eski ismi Cemiyeti Akvam(Kavimler cemiyeti) imiş. Savaşları önlemek, tüm dünya insanlarının mutluluğunu sağlayarak; barışı sağlamak için kurulmuş. Orada bile eşitlik ve adalet yok. Azgın devletlerin üstünlüğü var. Örgütün hükümeti gibi görev yapan Güvenlik Konseyi, seçimle veya nöbetleşe teşkil edilen üyelerden oluşmuyor. Birazı seçiliyor; fakat asıl yetkili olan beş üyesi, en güçlü ülkelerin temsilcileri. Ekseriyet ne karar verirse versin; o üstün üyelerden birisi "Hayır!" dedi mi, yani veto etti mi; o karar hükümsüz kalıyor. Özetle Birleşmiş Milletler beş azgın devletin, hatta bunlardan her birinin tekelinde oluyor.
Diktatörlüğü miras yoluyla kazanan Eset, yıllar boyunca kendi halkını ve Halep gibi, dünya mirası kentleri bombalıyor. Halkını kimyasal silahlarla(zehirli ve öldürücü gazlar ve sıvılarla) toptan öldürüyor. Böyle bir katliam Birleşmiş Milletler ve onun bakanlar kurulu sayılan Güvenlik Konseyince engellenmiyor. Bütün dünya engellemeye kalksa bile; Akdeniz'de bir limanı rüşvet olarak almış olan en önemli Güvenlik Konseyi üyelerinden biri(ikinci derecede olanı) veto ediyor. Ondan da güçlü olan birincil üye ABD engellemeye azmediyor; Rusya karşı çıkıyor. ABD ise, kaç milyon insanın öldüğüne bakmadan; adaleti sağlamaktan vazgeçiyor. En güçlüler birbirinin haksızlığına engel olmaktansa; birbirine zavallı dünya insanlarının canlarından ve mallarından tavizler vererek uzlaşıyorlar. Suriye'den kaçanlar veya kaçabilen şanslılar; ülkemize kolayca geçiyorlar. Engel olan da yok; kontrol eden de!
Diplomatik pasaportla yurt dışına çıkarken ve geri dönerken birçoklarımız sıkıca kontrol ediliyoruz. Fakat ne getirdiği belli olmayan, aralarında cinayet suçlularının da bulunduğu bilinen kaçakçılar; sürüler halinde ülkemize giriyorlar. Engelleyen de yok, kontrol eden de! "Kaçakçılarla anlaşma yapılmış; belli saatlerde ve girip çıkmalarına izin verilmiş" anlamına gelen sözler duyuyor, böyle yazıları gazetelerden okuyoruz.
Türkiye, bütün Suriyelileri besleyip barındırmaya mecbur değildir; o kadar zengin de değiliz. Onlara yapılan yardım ve bakım kendi yoksul yurttaşlarımıza yapılmıyor. Zaten kısa süre önceleri, Haiti'ye ve Somali'ye ne amaç için gönderildiğini bilmediğimiz yardımlar, kendi yoksullarımızı kıskandırmıştı. Madem Suriye halkını biz besleyeceğiz; "Halep ve Şam, zaten bizim vilayetlerimizdi. Oralara kadar ordumuzla varıp çatışmaları durdursak; diktatörü engellesek; diktatör tarafından ezilen Türkleri ve Türkmenleri de kurtaralım!" desek...
Hepiniz de biliyorsunuz; büyük devletler denen zalimler, bu işi başarmamıza engel olur. Başımıza türlü belalar açarlar. "Batsın bu dünya!" demek bir işe yaramaz. Daha bütün, daha üretici ve daha güçlü olmak için; daha çok çalışmamız gerek!