Akşehirli olup da Kileci Mahallesi’ni bilmeyen var mıdır? Zannetmem. Haydi, Kileci Mahallesi’ni isim olarak bilemediniz? Hıdırlık’a da mı gitmediniz? Bandocu Ahmet’in bakkal dükkânından çekirdek de mi almadınız?
Bundan yıllar önceydi, ben diyeyim kırk yıl evvel, siz deyin elli yıl evvel. Mahallenin sevilen bakkalıydı Bandocu Ahmet. Bandoculuğu da Akşehir Belediyesi’nin bando ekibinden emekli olmasından geliyordu. Emekliliğinden sonra bakkal dükkânını açmıştı ya, bakkallığından çok ismi Bandocu kalmıştı. Bandocu Ahmet.
Geçmişe duyulan bir özlemdi Akşehir Kileci Mahallesi. Belki de mahallenin en sevilen bakkalıydı, belki de bandoculuğuydu
Bu mahallede daima aklıma takılmıştır Kılınçlar ismi. Nereden gelmişti Kılınçlar ismi bu sülaleye orasını bilemem. Dedeleri mi kılıç ustasıydı? Yoksa başka bir anlamı mı vardı bilemiyorum, fakat şimdiki binaların olduğu yerlerin bahçe olduğu zamanlar bir meşin topun arkasından az koşmamıştık, Kılınçlar’ın bahçelerinde. Yine Kılınçlar gibi Hacı Yahyaların bahçesinde az oyunlar oynamamıştık. Sonraları meyve bahçesi olan bu bahçenin az mı mısırlarını, elmalarını yemiştik. Şimdi buraların bahçeliği filan da kalmadı, her yer apartman oldu ya!
O günler bir başka güzeldi, yeşilin tüm renklerini taşıyan Hıdırlık daha bir güzel, insanlar sanki daha bir güler yüzlüydü.
Bandocu Ahmet‘in, daha doğrusu bakkal Ahmet’in bakkal dükkânının yanında çevresi küçük bir havuzla çevrili çeşme vardı ki Hıdırlığa yürüyen insanların yorgunluğunun giderildiği, bu çeşme başı, dinlencenin başlangıç yerlerinden birisiydi diyebiliriz. Çoğu zaman bu çeşme açık unutulur, Ahmet Ağabey bakkal dükkânından çıkarak çeşmeyi kapatırdı. Bir metreye yakın evle yolu ayıran bahçe duvarının içindeki meyvelere gözü gibi bakardı. Meyvelerin biraz olgunlaşmaya başlamasıyla birlikte ağaçların dallarında genelde büyük kartonlara yazılmış şu yazılar bulunurdu : “Ağaçlar ilaçlıdır, dikkat zehirlidir” Yalnız mahallenin haylaz çocukları bu yazılara hiç aldırış etmez, zehirli de olsa ilaçlı da olsa bu ağaçların olgunlaşmayan meyvelerine kaşla göz arası duvarına çıkıp almaya çalışırlardı. O günler öyle günlerdi. Çoğu zaman da mahalleli bakkal Ahmet ağabeyin bakkal dükkânından çıkarak mahallenin çocuklarını kovalamasına şahit olurdu. Bu yaramazlara da kızılmayacak gibi değil di ki!
Bakkal Ahmet Ağabeyin dükkânının altında Kocagözlerin Hatice Abla otururdu. Hatice Abla, kütüphaneden emekli Hakkı Ağabeyin hanımı. Tabii yerli köklü Akşehirliler tanır.
Neyse, Kılıçların bahçesinin karşısında da Yağlı Dede Türbesi vardı. Bazı günlerde hep birlikte neredeyse tüm mahalleli, çoluk çocuk türbeye gidilir, Yağlı Dede’ye dualar edilir, adaklar adanır, mumlar yakılırdı.
Neyse lafı fazla uzatıp da kabak tadı vermeyelim. Bu mahallede, Kılıçların bahçesinden biraz daha aşağıda Güldane Abla otururdu. İsmi Güldane olarak kaldı aklımda ya siz isterseniz Zeynep, isterseniz Emine deyin… Önemli olan ismi değil; o güler yüzlü, içten, elinde olanı herkesle paylaşmasını seven, fakir, fakat gönlü zengin Güldane Abla.
Hatırladığım kadarıyla o yıllarda yirmi yaşlarındaydı Güldane… Uzun boylu, ela gözlü, zayıf, güler yüzlü, neşeli birisiydi.Sabahtan yine elinde bir poşetle kapının önünde belirivermişti. Mahalleli kadınlar kapı önlerini süpürürken, bir yandan da dedikoduya başlamışlardı ki, Güldane’yi gören Müzeyyen Abla:
- Sabahtan nereye böyle?
-İşe, -Ne işi?, -Çapaya, Kapının önünde çocuğu ile ilgilenen nalbandın karısı Pakize:, -Güldane Abla Kemal ne yapıyor?, -Hasta, hasta., -Geçmiş olsun.
Güldane bir yandan mahallenin kadınlarına laf yetiştiriyor, bir yandan da yoldan gelecek yaylıya bakıyordu. Yaylıcı Sabri gelse de şu dedikoduculardan kurtulsa ya. Bugün de geç kalacağı tuttu.
Uzaktan yaylının tıkır tıkır sesleri geliyor, sabahın sessizliğini bozuyordu., Yaylıcı Sabri koşumları çekerek:, -Bugün erkencisin Güldane. Dedi., -Öyle oldu., -Bin haydi!, Yaylıda oturan Habibe:, -Haydi haydi! Dedi. Yolumuz uzun., Yaylıya bindi., Tayyibe:, -Güle güle, güle güle. Dedi., Mahalleli kadınlardan Müzeyyen karşı komşusu Pakize’ye, -Kocası ne hastası?, -Ne hastalığı var ne de bir başka şeyi…, Kapı önünü süpüren Müzeyyen:, -Neden Güldane hep hasta der?, -Ne desin? İçkici, tembel mi desin?, Müzeyyen:, -Allah’tan bizim herifler öyle değil!, Habibe:, -Allahtan değil komşu Allah’tan değil. Diyordu.
Güldane ise Bermende’ye doğru diğer yevmiyeci arkadaşları ile birlikte, yorgun geçecek saatlere doğru yaylıda yol alıyordu
*********
Şehir günün yorgunluğu ile karanlığa bürünüyordu ki uzaktan Yaylıcı Sabri’nin yaylısı göründü. Mahalleli kadınlar birer birer kapı önlerinden evlerine doğru giriyordu ki sesler yükseliyordu.
—Recepppp!, —Kemallll!, —Mehmettt!, —Mustafaaa!
Seslenişler akşamın olduğundan habersiz, meşin topun ardında Kılıçların bahçesinde top oynayan çocuklara seslenişlerdi.
Yorgun işten dönen babalara şahit olan bu sokaklar, şimdi de meşin topun peşinden koşan yaramazlara seslenişlere şahit oluyordu. Babalar işten dönmüş, oyuna dalan çocuklar hâlâ eve girmemişti. Neden sonra kimi seslenişlere, kimi babaların çocuklarına görünmesiyle Kılınçların bahçede yavaş yavaş sessizliğe bürünmüştü.
Güldane elinde sabahki poşetiyle çalışmanın verdiği tüm yorgunluğu ile evin bahçesine girdi. Elini yüzünü bahçedeki borusu bir yana eğrilmiş, çeşmede yıkadı
Kapının açıldığını duyan Kemal: —Güldaneeee! Dedi. Hoş geldin!, —Hoş bulduk. Hoş bulduk., İçeriye girdiler
*****
O günün sabahı Kemal:, -Bugün işe gitmeyecek misin?, -İş bitti! Dedi., -Madem bugün evdesin. Fırınlı soba da kurulu., -Bazlama mı diyeceksin, -Evet., Hamur yoğurmaya koyuldu., -Sen de bir işe yara, oturup durma, kalk sobayı yak!
Soba yanmış, evin için ısınmaya başlamıştı. Odanın duvarlarında askerdeki oğlu Tarık’ın büyük bir resmi vardı. Biraz ötede duvara çakılmış süslü bir halı, kocaman bir duvar saati… Küçücük odanın içinde iki tane divan… Bir masa… Yerde eski bir kilim.
Fırınlı sobanın kapağı açıldı, sıcaklık odanın içini kaplıyordu.
İlk tepsi fırınlı sobanın içine kondu. Ne güzel bir kokuydu öyle, mahalleli güzelim bazlama kokularını almıştı. Neredeyse bazlamanın kokusu Bandocu Ahmet’in dükkânından hissediliyordu.
Kılınçların bahçede top oynayan çocuklar, bazlamanın kokusunu almış, o çok sevdikleri topu bırakmış şimdi de Güldane’nin evinin önünde toplanmışlardı. Hele ki Recep, Güldane’nin evinin penceresine kadar gelmişti.
Kemal:, -Receppp! Dedi., -Kemal Ağbii!, -Gel çocuk, gel! dedi., Fırınlı sobada bazlama pişirmeye çalışan Güldane Abla sesi duymuş:, -Receppp! Dedi. Gel hele gellll!, Fırından sıcacık çıkarttığı bazlamanın üzerini bıçakla delerek üzerine yağ sürdü… Bazlamanın yarısını Recep’e uzatarak:, -Al haydi! Dedi…, Recep büyük bir sevinçle, elindeki sıcacık yağlı bazlama ile evden çıktı., Kapı önünde bekleşen diğer arkadaşları:, —Bize de iste! Diyerek bağrışıyorlardı.
Neden sonra Güldane Abla kapı önünde bekleşen mahallenin çocuklarının seslerini duymuş, yaptığı bazlamaların üzerlerine yağ sürerek onlara da dağıtmıştı…
*****
Yıllar sonra İbre’ye yakın, dağ yamacında evinin önünde Recep Güldane Abla’yı gördü. Yıllarla birlikte Güldane Abla yaşlanmış, fakat o güler yüzü, samimiliği, içtenliği yüzünden hiç eksilmemişti.
-Güldane Ablaaaa!, -Buyur evladım!, -Beni tanıdın mı?, -Hayır!, -Kileci Mahallesi’nden…, -Evettt!, -Ben Recep’im, Güldane Abla… Yaramaz Recep.., -Hatırlayamadım… Hangi Recep!, -Hâlâ bilemedin mi?, -Bazlamacı Recep!, -Şimdi bildim., Bu arada Recep Güldane Abla’nın elini öpüyordu…, -Seni hiç unutmadım Güldane Abla. Hele ki bazlamanın tadını… Ne ben ne de mahalleli arkadaşlarım., Bu arada elini öperken cebinden iki yüz lira çıkartmış, Güldane Ablanın avucuna parayı sıkıştırıvermişti.
Güldane Abla:, -Ama evladım… Dedi., Recep:, Güle güle harca Güldane Abla. Güle güle harca… Diyordu. Güldane:, -Allah senden razı olsun, Allah tuttuğunu altın etsin. Bazlamacı oğlum benim, canın ne zaman bazlama çekerse yine çekinme gel, diyor, Recep’in ardından dualar ediyordu. (AKŞEHİR -2007) BİTTİ