Yıl: 1976.
Kuzine bir sobamız vardı. Öyle güzel yanardı ki çıtır, çıtır. Babamın ve benim sevdiğim bir kedimiz vardı. Sobanın yanına yatmış, mışıl mışıl uyurdu. Soba çekmedi mi odanın içini duman doldurur, tekrar kapı pencere açılırdı. Bir yanda ısınmaya çalışırken bir yanda da tekrar odanın içine ayaz dolardı. Sonra çekmeyen boru birleşen yerlerine çaput yapıştırdın mı daha güzel çekerdi, Kuzine soba borusunun etrafında demirden çubuklar olurdu, kurumayan çamaşırlar asılırdı.
Annem bir yandan sobanın üzerinde yemek pişirir, bir yandan güğümlerle su kaynatırdı. Sobanın içerisinde kimi zaman pasta börek pişirilir, kimi zaman patatesler pişirilmek için atılırdı. Kestaneleri de unutmamak gerekir. Kestaneler de ekmekler de sobanın üzerinde kızartılırdı. Annem odanın içinde sürekli çabuk çabuk girer çıkardı, sabahtan işe gidilecek, ekmekler kızartılacak, sofra kurulacak.
İlkokul yıllarım o yıllar. Okula gideceğim. Hele günlerden Perşembe ise, Perşembe günleri İmaret Cami’nin önünden geç geçebilirsen. Perşembe Pazarı Bakkal Fazıl’ın önünden başlamıştır. Akşehir ve civar köylerden adeta Akşehir Pazarı’na akın başlamıştır ki çoğu zaman birkaç gün öncesinden pazarda yerlerini almışlardır. At arabaları yerlerini almıştır. Pazara giriş, İmaret Caminin önünden yasaktır. Bağrış, çağrış, gürültü birbirini izler. Sonra Yaşar Cenikoğlu’nun evinin önünden başlayan Perşembe Pazarı, Akşehir Eski Buğday Pazarına kadar gider. Öyle kalabalıktır ki hani derler ya “iğne atsan yere düşmez” diye, öylesine kalabalık.
Akşehir‘in yakın çevre köylerinden neler gelmezdi ki aklınıza gelebilecek her türlü meyve ve sebze. İstediğiniz her şey pazarda mevcuttu, Yine benim hatırımda kaldığı kadarı kasa kasa üzüm getirilirdi Nasreddin Hoca Mezarlığı’nın duvarları yanına. Sonra pekmezler. Şimdi ne kasa kasa üzüm var ne de pekmez!
Siz de fark ettiniz mi bilmiyorum, o zamanlar, domateslerin biberlerin tadı daha bir güzeldi, anı bile sayılmayacak bende kalan anılar. Nerede o Perşembe pazarı. Neler kalmış anılarımda neler… Nerede mahalle arkadaşlarım, nerede ilkokulum, sinemalar, nerede geçmişte kalan anılarım,
Bir türlü belleğinizden düşmeyen, eski anılarımız, gariptir, tuhaftır değil mi. Benim anılarım da o kadar eski işte, Hatırlayabildiklerim, belleğimde olanların yazıya dökülüşü işte.
Sonra en çok da Eski Buğday Pazarı’nın Çay Kenarındaki girişi. En çok da ben buradan Buğday Pazarına giriş bölümünü severdim. Akşehirli yazar Tarık Buğra’nın anıtının bulunduğu alan. Bildiniz değil mi? O giriş yolunda oduncular vardı. Köşede Demirbaşların Apartmanı. Biraz ilerde Oduncu Erol’un dükkanı. Tam da bu köşe de ev güvercinleri satılırdı. O güvercinleri görebilmek için Perşembe Pazarına giderdim. Öyle çok severdim, güvercinlere bakmaya giderdim, Sadece güvercinler yoktu, tavuklar, horozlar, hindiler de satılırdı burada. Perşembe Pazarı’na bazen de arkası açık bir kamyonla onca tavuk getirilir satılırdı.
Perşembe Pazarı’nın bende kalan anıları. Penceremin önüne buğday serpiştirmiş ekmek ufakları koymuştum. Bir sürü güvercin geldi, Tık tık tık yemleri yediler, Gözleri bir yemde bir içeriye bakıyorlar. Derken yemler bitti. Pırrrr, pırrr uçup gittiler. Biri karşı bir dala kondu, sonra biri karşı apartmanın çatısına, Havada yan yana uçuştular.
Sabahın dokuzu. Güneş yok. Bulutlu bir hava yağdım yağacağım havası. Şu an yağmur yok. Yağacak. Günlerdir yağıyor, Birazdan da yağacak. Sessiz sessiz, sakin bir yağmur yağacak, yolları yine sel götürecek, Loğarlar tıkanacak, yine Pazar.
Güvercinler uçuyor. Zaman akıp geçiyor. Bir bulut, bir bulut geldi. Ne yazma hevesim ne şevkim kaldı. (Akşehir -2023)