Dört yolun sağ tarafında minibüs durağı karşılıyor sizi.

Yarenler Mahallesi’nin pazar günleri pazarı oluyor. Yol üzerinde pazar çantaları ile yürüyenleri görüyorum.

Yol üzerinde gençleri.

Yeni açılan pastanede, -hatta buna pastaneler de diyebiliriz- ki son birkaç ayda Yarenler Mahallesinde üç pastane ardı ardına açıldı.

Yarenler Pazarı’nın manzarası şöyle;

Akşehir’e yakın köylerden, hatta Antalya ve çevrelerinden gelen araçlar pazarın çevresinde kendilerine ayrılan alana zorla yanaşmışlar. O kadar çok araç pazarın etrafını sarmış ki pazar alanına girebilmek bir dert, çıkabilmek öyle.

Kapalı pazar yerinin minibüsler durağından pazara gidilen yerinden pazara el çantası ile araç ile ulaşmak da bir hayli zor. Kalabalık bir dört yol ve pazarda birleşen onlarca yol var.

Yeni binalar ve yapılan inşaatlar olmadığı zamanlar her tarafa araç konulabiliyordu. Şimdi aracını pazara en yakın bir yer bulup park edebilirsen, kendini mutlu say. Pazara ulaşan araç yeri arıyor.

Kimi hızlı hızlı yürüyor, kimi yavaş yavaş pazar  arabasını çekme derdinde. Kimi pazara gelmiş kendinden önce çıkan araçta gözü, çıksa da ben o boşluğa girsem telaşında.

Bazen de lüzumsuz lüzumsuz yol üzerinde konuşmalar, kaba saba gülmeler, şakalaşmalar, yolun tam orta yerinde durup da konuşmalar, karşıdan karşıya geçerken telefona bakarak yürüyenler var, sanki harman yerinde yürüyor mübarekler.

Şehrin ortasında kapalı bir pazar yeri. Pazar yerinin çevresinde lüks yerleşim yerleri. Minibüs durağı.

Kalabalık bir kentleşme örneği.

Sıkıntı, stres, kavga, gürültü, karmaşa,

Hani boş yere yazılmamış o şarkılar “ Mazeretim var asabiyim ben!”

Minibüsçüler durağının önünden geçiyorum. Birkaç minibüsçü durağın önünde selam veriyor, selam alıyor selam veriyorum.

Pazar yerine doğru yaklaşıyorum. Leğen , penye , takım elbise, eşofman , ayakkabı satanlar daha neler neler, pazarın önünde tezgahlarında mallarını sergilemişler.

Pazarın üst giriş kapısının önünde seyyar bir çaycı var, eski bir banyo kazanında suyu ısıtıyor, odun atmış, su ısınıyor, çay suyunu buradan temin ediyor, eski bir tepsi üzerinde çay bardaklarını doldurup, koşar adım pazarın içerisine, onun yanında kuruyemiş satanlar ve bir termiye satan çocuk var tahmini on yaşlarında, önünde küçük bir tezgah ve tezgahın üstünde büyükçe naylondan bir leğen içi termiye dolu.

Çocuk:

-Termiye! Termiye! Diyor,

-Kaç para?! Diye soruyorum.

-Kilosu otuz lira,

-Ne kadar kazanabiliyorsun?

-Günde iki yüz, üç yüz lira arası.

-Ben pazar günleri Adem Ağabeyime yardım ediyorum, kendisi pazarın içinde marul satıyor ben de burada bekliyorum. Bana günlük veriyor, bazen iki yüz bazen üç yüz, Allah bereket versin!

Bir kilo alıyorum, Bugün şehirde bir kahve içsen verdiğin para. Çocuk akşama kadar kahve parasına bekliyor.

Pazara giriyorum.

Bazen yazı bitiyor, söz uçuyor ne aldım ne verdim derken, iki poşete iki bin liraya yakın harcama yapmışım, pazardan çıkıyorum.

İşte böyle.

Nereye mi?

Yol uzun, artık eve!