Anıt alanını dolaştıktan sonra yeniden 24 Ağustos Bulvarı’na döndü. Her zaman olduğu gibi bulvardaki kahvesine geldi. Mevsim ilkyaz. Kahvenin yanında eczane, tostçu var.
Yine kahvenin solundaki boşluk var ki üç metre eninde altı metre kadar uzunluğunda bir boşluk. Beş, altı masa atılmış üzeri kapatılmış, kimi tavla oynuyor, kimi okey. Masa etrafında çay söylenince içecek, atılan taşlara karışacak bir de sinek ordusu var. Beleşçi topluluğu.
Bulvarda öyle bir kahvehane. Kahvehanenin içerisi boş. Masa sandalye kahve önünde çıkarılmış, masa sandalye kahvehanenin boşluğunda, arada. Yıllardır hiçbir şey değişmemiş. Otuz yıl önce de aynı şimdi de aynı. Aynı kahvehane. Değişen bir şey yok. Şehir ilerleyeceği yerde sanki gerilemiş. Kız Meslek Lisesi’nin yanındaki yol boyu dikili ağaçları hatırladı, ağaçlar vardı. Ağaçlar bundan kaç yıl önce kesilmiş, Pervasız Gazetesi’nde başta bu yazıların yazarı Sami Başar, Nihat Ak ve Pervasız Gazetesi Kurucusu, Sahibi Ahmet Şener’in itirazları. Ağaçlar kesilir miydi? Kesildi. Sonra Saray Sineması yıkıldı. Belediye Binası. Belediye Düğün Salonu. Yıkılan yıkılana.
Garson;
-Müdür Bey çay! Dedi.
Ayağı kırık sandalyede oturmuş, müdür hayallerinden uyanır gibi;
-Getir getir! Dedi.
Sonra kahvenin önünde oturan bir gencin telefonda açtığı müzik sesi geldi;
“Vay vayyy! Vay vayyy!
-Ey çek eyyy! Eyyy!”
Bu son zamanlarda televizyonda izlediği “İnci Taneleri” isimli dizide çalınan, kendisinin de çok sevdiği bir müzikti.
Telefonda müziği açıp, dinleyen gence dönerek:
“Aç sesini biraz, kulağımızın pası gitsin!” dedi
Genç telefonun sesini açtı, müzik biraz daha sesli:
“Vay vayyy! Vay vayyy!
“Ey çek eyyy! Eyyy!”
Sonra yeniden yıkımlar aklına geldi :” Yeni belediye binası da yıkıldı dedi, sonra kütüphane”
Yine o müzik:
“Vay vayyy! Vay vayyy!
Ey çek eyyy! Eyyy!”
Sonra devam ediyordu.
“Otogar yıkıldı, dedi, Sanat okulu yıkıldı”
Sonra yine o müzik:
“Vay vayyy! Vay vayyy!
Ey çek eyyy! Eyyy!”
Sanki nakarata takılmıştı.
Çayından bir yudum aldı. Sonra müziğin devam ettiğini anladı.
“ Hadi yürü anca gidersin yar
Sorana da selam edersin yar,
Bilirsin bela okumam ben
Allah selanı versin yar.
“Vay vayyy! Vay vayyy!
Ey çek eyyy! Eyyy!”
**
Ardından ederim bay bay
Senden sonra gelene hay hay!
Elimi de sallasam ellisi yar,
Karıştırmayayım gel sen say
“Vay vayyy! Vay vayyy!
Ey çek eyyy! Eyyy!”
Kim bilir kendisini yıllar öncesine götüren hayalleri neydi? Akşehir’in eski güzelliği, anıt alanı şimdinin anıt alanından daha mı güzeldi. Bu alanın etrafını çevreleyen çeşit çeşit dükkânlar, alanın etrafında müşteri bekleyen faytonlar, küçücük küçücük dükkânlar, mağazalar, pastaneler, biraz ötede kitapçı, daracık bir alana sıkışmış, ayakkabılarını boyattığı, ayakkabılarını boyatmaktan çok muhabbetini sevdiği, muhabbetine hayran olduğum yaşlı boyacı Çalıkuşu’nu hatırladı. Ne güzel insandı, anılarda hatıralarda yaşayan.
Kahvenin önünden alan boydan boya görünüyordu Kahvenin önünde çayını içiyor, gelen geçeni seyrediyordu. Yığın yığın insan. Telaşlılar, telaşsızlar, gençler, ihtiyarlar. Hayatın içinden, ben, sen, biz, siz, onlar. Hep bir telaş, hep bir heyecan. Bir şeylere ulaşma, yetişme gayreti içerisinde. Hep aynıyız. Birbirimizi tanır, birbirimizi tanımayız. Hayat içinde koştururken, yaşarken, yaşadığımızı düşünürken.
Parktan bir müzik sesi alana yayılıyor. Ayağı kırık, eski bir masada çayını içiyor, gazete okuyor, insanların telaşını izliyordu.
Zaman akıp geçiyor. Şu anda kendisine ve insanına yabancı bu şehirde bu şehrin ortasında geçmişin güzelliğinin gerçek acısı kalıyordu yüreğinde. Karanlık sarmıştı şehri. Sevgiler, aşklar, mutluluklar yitip gitmişti. Sonra bayram yerinin güzelliğinde buldu kendisini. Kırk yıl öncesi bayram güzelliğini birkaç hafta önce yaşamıştı. Bayram yerleri yine önceki gibi kurulmuştu, salıncaklar, kukla gösterileri, palyaçolar…
Geçip giden herşey bildik bilmedik dost düşman kendisinden neler de alıp götürmüştü. İnsan anıların güzelliğinden kopamıyordu. Kişi sevdiği şeyleri geçmişin güzelliğinde arıyordu.
Evine dönüş yolunda yine o şarkını nakaratı takıldı diline;
“Vay vayyy! Vay vayyy!
Ey çek eyyy! Eyyy!”
Bir “ey!” çekti, ne duyan oldu, ne işiten.
Karanlığa bir ışık olmak umuduyla yürüyordu. (Akşehir-28/04/2024)