28 Nisan 2013 tarihinde PERVASIZ Gazetesinde yazdığım “Timur N. Hoca Kitaplarını Yaktı mı Yoksa Götürdü mü?” başlıklı makalede: ”Nasreddin Hoca zamanında yazılan fıkra kitaplarının günümüze ulaşmamasının en büyük nedeni olarak Akşehir’e gelen Timur’un onları yaktırdığına ya da götürdüğüne dair iddialar vardır.” şeklinde yer almıştı.
Yine bu makalemizde; Timur’un işgal ettiği yerlerden pek çok bilim adamını ve yazılmış eserleri, bir bilim yuvası haline getirmek için Semerkant’a gönderdiğini belirtmiştik. Nasreddin Hoca zamanında ve ya ölümünden kısa süre sonra yazılan “ külliyat ” mahiyetindeki eserlerin, Akşehir’in Timur tarafından işgali sırasında alınıp götürülebileceği yazı da yer almıştı. Bu yazıyı okuyan eski Bakanlarımızdan Namık Kemal Zeybek, bir büyüğümüz tarafından şahsıma haber göndererek Türk Cumhuriyetleri ile arasının iyi olduğunu şu an Nasreddin Hoca Külliyesinin nerede olduğunu biliyorsa araştırıp geri alabiliriz diye haber göndermişti.
Timur’un Akşehir’e geldiği 1403 yılından bu zamana yaklaşık altı yüz yıl geçmişti. Nice savaşlar, nice yangınlar yaşanmıştı o coğrafyada. O devirde yitip giden bir kitabı bulmak çok kolay değildi. Yine de araştırmalarımda hep aklımın bir kenarında bu kitap vardı.
Araştırmalarım sırasında “Hz. Mevlana’nın Torunlarından SULTAN DİVANİ” adlı bir küçük kitapta Timur’un Anadolu’dan Semerkant’a götürdüğü eserler hakkında bilgiler olduğunu gördüm. Fikri Yazıcıoğlu tarafından 1963 yılında yazılan bu eserde Semerkant’a giden kitapların akıbetleri araştırılmış ve yakın zamanımızda nerede oldukları ortaya konulmuştu. Bu kitap Nasreddin Hoca Kitaplarının bulunması açısından yol gösterici olabilir.
Kitapta ilk olarak “Timur Karabağ’da iken Gürcistan Emiri ona bazı garip hediyeler getirdi ve Timur’a itaat ettiğini bildirdi.” denilmektedir. Bu garip hediyeler arasında Kur’ânı Kerim’de zikredilen ve Hz. Davut (A.S) ın bizzat kendi eliyle yaptığı Zırh’ı da vardı. Timur bu hediyeleri Semerkant’a gönderdi.
“Sultan Divanı” adlı eserde belirtildiğine göre, Timur, Hz. Osman’ın okurken şehit edilerek üzerine kan lekeleri sıçrayan Kur’anı Kerimi’ni Semerkant’a göndermişti. Rivayete göre bu Mushaf, Osman’ın öldürülmesinden sonra, Halife Ali tarafından Küfe’ye getirilmiş, 1402’de bölgeyi talan eden Timur’un eline geçmiş, 1485’te Semerkand’da ortaya çıkmıştır ve Özbek Hanı Şibek Han, Semerkant’ı işgal edince bu eserler Özbeklerin eline geçti. 1868’de Rus işgalinden önce Hoca Ahrâr es-Semerkandî Mescidi bitişiğindeki Ak Medrese’de muhafaza edilen el yazması Kuran’ın Timur’un Kufe’den getirdiği Mus’haf olduğu ileri sürülmüştür. "Osman'ın Kur'anı" diye anılan ve Müslümanların dini idarelerinin koruması altında ziyarete açık iken varakları birer birer kopartılıp kaybolan eser, Ruslar tarafından 24 Ekim 1869’da St. Petersburg Ulusal Müzesi’ne nakledilmiştir. 1917’de Lenin’e yazılan bir mektupla Müslüman topluma iadesi istenmiş ve bu istek yerine getirilmiştir. Bir süre Ufa’da kaldıktan sonra 1924’te Taşkent Dini İdaresi’ne teslim edilen Kur’an, 1926’da Taşkent Eski Eserler Müzesi’ne nakledildi.
Ankara Savaşı’nı kazanan Timur, Anadolu’nun iç kesimlerine doğru ilerledi ve İzmir’e kadar işgal ettikten sonra geri döndü. Sırasıyla Aydın, Muğla, Eğridir’i zapt ederek Konya’ya geldi. İlkbahar’da ordusunun büyük bir kısmı ile gelen Timur Konya’da otağını kurdu. Otağının önünde ordusuna resmigeçit yaptırdı. Timur, Konya’da ziyaret yerlerini görmek için evvela Mevlana Dergahına uğradı. Hz. Mevlana’yı ziyaret etti. Mevlana Sandukasının başında bulunan Divan-ı Kebir’i Semerkant’a götürmek üzere aldı.
Hz. Mevlana Celalettin Rumi’nin söylediği ilahi aşk şiirlerinden oluşan yaklaşık 50 bin beyitlik nazım bir eser olan Divan-ı Kebir, Özbeklerin Semerkant’ı ele geçirmesi üzerine onların eline geçti. Ancak 1507 yılında Özbek Hanı Şeybani Han’ın kardeşinin yardım çağrısına uyan Safevi Devleti yöneticisi Şah İsmail, Özbekleri yendi ve Semerkant’ı ele geçirdi. Semerkant’ta Timur zamanından kalan tarihi eşyaların bir kısmını ve Divan-ı Kebir’i yanına alarak Tebriz’e getirdi.
1510’lu yıllarda Afyonkarahisar’da yaşayan Hz.Mevlana’nın kızı tarafından torunu olan Mehmet gördüğü bir rüya üzerine Divan-ı Kebir’i almak için Tebriz’e hareket etti. Yanına Ali Rumi ve Mehmet Furuni gibi arkadaşlarını aldı. Konya ve Karaman’a uğradı. Bu yerlerde kendilerine kırk Mevlevi dervişi katıldı. Yolda Hacı Bektaş Tekkesi’ne uğradılar. Orada kendilerine kırk Bektaşı derviş daha katıldı ve bu derviş topluluğu zorlu bir yolculuktan sonra Tebriz’e ulaştılar.
Şah İsmail bir derviş topluluğunun Divan-ı Kebir’i almak için Tebriz’e geldiğini duyunca canı sıkıldı ve onlara çeşitli tuzaklar kurdu. Hatta zehirlemeye kalktı. Bütün bu engelleri dervişlerin aştığını görünce insafa gelip hazineden Divan-ı Kebir’i onlara teslim etti. Bir iddiaya göre Şah İsmail’in oğlu Elkas bu dervişlere katılarak Anadolu’ya gelmiştir. Zorlu yolculuklardan sonra Mevlana torunlarından Mehmet’in önderliğindeki dervişler Divan-ı Kebir’i Konya’ya getirip Sandukanın başucuna koymuşlardır. Bu nedenle Derviş Mehmet’e “Sultan Divani” denilmeye başlandı.
Timur’un götürdüğü eşyaların bulunduğu yerler hakkında üç şehir öne çıkmaktadır. St. Petersburg, Semerkant ve Tebriz olan bu şehirlerin belki de bilinmeyen bir köşesinde Nasreddin Hoca kitapları hala gün ışığına çıkarılmayı bekliyordur.