GÜNDEM

NEREYE?

Orta Hamam’a yakın bir evden çıktı. Yürüyor. Bu adam nereye gidecek? Ardından bakıyorum. Elli bilemedim elli beş yaşlarında. O önden yürüyor, ben ardından. Kısa bir gömlek var üzerinde, bir güneş gözlüğü takmış, altında kabri pantolon.

Orta Hamam’dan aşağı doğru iniyor, ben ardı sıra yürüyorum. Birden köşede durdu. Sigarasını yaktı. Artık o elinde sigarasıyla yürüyordu bense ardı sıra. Sigara dumanı insanı etkiler mi bu kadar, beni etkiliyor. Biraz daha gerisinden takip ediyorum. Bu adam sokakta nereye gidiyor? Dur bakalım. Birkaç köşklü evin önünden geçti, sonra Ulu Cami Caddesinden, Nasreddin Hoca Arkeoloji Müzesi, Akşehir Kültür ve Sağlık Vakfı, onlarca dükkân önünden yürüdü.

Sonra başka bir adam çıktı yan kapıdan. O da güneş gözlüklünün ardından yürüyor. Şimdi üç kişi olmuştuk. Sonra bir öğrenci, sonra başka başka insanlar yollara düştüler. Yol boyu kapılar birer birer açılmaya başladı. İşe gidilecek. Kimi bir masa başına, kimi bir tezgâh başına. Kimi iş aramaya Nasreddin Hoca Türbesi’nin yakınında bir yerlerde (-havuzun kenarlarında oturup) iş bekleyecek. Belki bir ev eşyası taşımaya, belki başka bir beden işçiliğine, belki inşaat işçiliğine. Bakarsın belki de akşama kadar bir iş çıkmayacak. Bekleyecek diğer işsiz arkadaşları gibi. Umut işte.

Şehrin insanları yollara koyulur, onlarca yüzlercesi sabahın ilk ışıkları ile. Evlerden şehre, şehirden işyerlerine. Bir akın vardır. Şehir Kızılca Mahallesi, İbresi, Şirin Irmağı, Kileci Mahallesi, Yarenler Mahallesi, Altunkalem Mahallesi, Yeni Mahallesi, Meydan Mahallesi, Seyran Mahallesi, Çay Mahallesi derken kentin her köşesinden şehre dağılıverir onlarca insan.

Simitçinin sesi duyulur Anıt Alanının önünde:” Simittttt alannnnn! Tazeeee simitttttt!”

Nereye? Bu insanlar nereye gidiyor? Ekmek derdine düşmüş insanlar. Alın terine. Kazanmaya. Yaşama, sevdaya, umuda, sevgiliye koşan umutlu yürekler.

Sonra sabahın sessizliğini bozan araba gürültüleri. Aşağıdan yukarıdan sesler gelir. Araba seslerine motor gürültüleri karışır. Araçlar vızır vızır geçmeye başlar. Sonra okul servisleri…

Sigaralı adam kaldırımdan yürür. Kaldırımdan yürür ya yanından bir elektrikli bisiklet geçer. Ne zil, ne korna. Ses yok. Anında geçer. Hem de kaldırımda. Bir de ne o scootera binenler…Gereksizin biri arabanın camlarını açmış müziği kendisi dinlemiyor, sanırsın Anıt Alanına dinletiyor. Bir de baktık ki kavşakta trafik polisleri durdurdu; iyi oldu! Cezayı kestiler.

Evinden çıkan bu adan Anıt Alanından biraz daha yürüdü. Ben ardı sıra yürüyorum. Bugün günlerden boş günüm. Anıt Alanında yüzlerce kişiden bir kişi o ve ben. Nereye gidecekti, beni ardı sıra alıp nereye götürecekti bu adam?

Bulvara doğru yürüdü. Yanımızdan bir motosikletli geçti. Ama nasıl bir motosiklet sürüş. Motosiklet sürmüyor. Adeta sirkten çıkmış, motorla gösteri yapıyor, Yok artık! Motorun sesini bağırttıkça bağırtıyor. Durduğu yerde, olduğu yerde motor döndükçe dönüyor. Dumanlar çıkartıyor. Sesi, yeri göğü kaplıyor. Hani ya bir trafik! Ah bir trafik gelse de buna da cezasını kesse. Dur bakalım diyorum kendi kendime. Şimdi gelir, eli kulağındadır. Sonra bir aceleyle kalktı gitti ki gözden kayboldu. O kadar hızlı. Giderken ardında dumanı ve teker izleri kaldı. Bir de öyle bir kalkışı vardı ki. Saniyede sanırsınız birden yüze çıktı. Ön tekerleği yüz metre kadar havada, arka tekerinin üzerinde gitti. Çok marifet (!) Tatil günü. Yollar boştu, boş olmasına ama. Ya bu gürültü! Ya bu ses. Ya bu havaya yaydığı pis koku!  İki üç dakika oldu olmadı. İki kilometre kadar ileride bir kaza oldu dediler. Herkes kazanın olduğu alana koştu. Biraz önce son hızla giden motosiklet. Motosiklet bir yana gitmiş, sürücüsü bir yana. Nereye? Nereye gidiyordu acaba? Trafik polisleri geldi. Ambulans, meraklı bir kalabalık. Sürücü kaldırımda bir ağaca çarpmıştı. Ağacın altında yatıyordu. Artık ölüydü. Çok da gençti. Gencecikti. Nereye? Nereye gidiyordu, nereye yetişecekti acaba?

Hayat böyleydi. Gencecik bir çocuk. Meraklı kalabalığın merakı beş dakika bilemedin on dakika sürmedi. Hayat akıp geçiyordu. Üzeri bir gazete ile kapatılmıştı.

Nereye? Nereye gidiyordu bu genç insan! Bir sevdiğine mi, işine mi, yoksa hız merakı ile hayatının sonuna mı? Nereye? Bu hız, bu sürat! Sordum kendi kendime, galiba ölümüne sürmüştü, Ahmet Çuhacı’nın Sevgi Kuşun Kanadında şiirinde seslendiği gibi :

“Ölüm denizin kıyısında anacığım,
Ölüm göğün yüzünde
Ölüm yerin dibinde
Ölüm soluk alışında
Ölüm Başucunda.”..

Oysa birkaç dakika önce motoru ile gösteri yaparken ölüm yoktu aklında. Bambaşka düşünceler, umutlar vardı aklında.

Yaşamın anlamı neydi? Yaşam doğumla başlar, nerede biterdi? Nerede tamam olursa orada biterdi ya anlamlı ve güzel olmalıydı. Yaşam uzun yaşanmasında mıydı güzelliği yoksa anlamlı yaşanmasında mıydı? Yoksa iyi yaşanmasında mıydı? Sanırım iyi yaşanmasındaydı.

Nereye gidecekti, nereye gidecektik? Ahmet Çuhacı’nında dizelerinde söylediği gibi “… Ölüm soluk alışında, ölüm başucunda”ydı insanın. Doya doya yaşamak ve iyi yaşamak gerekiyordu hayatı.          

(28/07/2024- AKŞEHİR)

{ "vars": { "account": "G-5Z2CE4T8R8" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }