Akşehir'de yaşamak, Akşehirli olmak ayrıcalık olmasa bile, birçoklarının hayalini kurduğu şehirde yaşamak demektir.
Pazar günü ailece kahvaltı yaptıktan sonra, güneşli ve esmeyen havayı görünce eşim, gelinim ve oğullarımla birlikte, hadi bakalım Akşehir sokaklarında yürüyüş yapmaya dedim.
Nasreddin Hocamız başta olmak üzere, kendi ailem ve gurbetteki Akşehirliler adına, tüm geçmişlerimize Allah kabul eylesin, dua ettik.
Tekke istikametine doğru, restorasyonu yapılmış olan eski Akşehir evlerini hayranlıkla izleyerek, sokak sokak dolaştık. Kimler geldi, kimler geçti dedim çocuklarıma, onlar da onarımları bitmiş olan bu güzelim evler, inşallah tekrar eski bakımsız durumlarına düşmeden, uzun yıllar yaşatılabilir diye temenni ettiler.
Kileci Mescidinin önüne geldiğimizde, akan çeşmeden kana kana suyumuzu içtik. İki tarafı da beton duvarlarla örülmüş ve üzerine çit yapılmış dereden, şırıl şırıl eriyen kar suları akıyordu. Başınızı kaldırıp yukarı doğru baktığınızda, yemyeşil çam ağaçlarıyla süslü Sultandağı, her zamanki ihtişamıyla Akşehir’imizin güzelliğine güzellik katmaya devam ediyordu.
Kilisenin arka tarafından geçerken gördüğüm kadarıyla büyük oranda restorasyonu tamamlanmış gibiydi.
Çay üzerinde suyun akışını düzenlemek için yapılmış olan beton setler, bizim çocukluğumuzda yoktu. Eskiden bahar ayları geldiğinde, çayın o kısmında insanlar halı, kilim, yolluk, çarşaf ve battaniye gibi eşyalarını, taşların üzerinde tokuşlayarak yıkadıklarını anlattım. Çocuklarım bunu duyunca şaşırmışlardı çünkü yeni nesil, Türkiye'nin son yıllardaki gelişmişliğinin, eskiden beri var olduğunu zannediyor.
Günümüzde artık kadınlarımızın birçoğunun, belki de sıcak sudan soğuk suya eli girmiyor desek, yalan yazmamış oluruz. Halı, kilim ve mobilya gibi eşyaların temizliğini yapan firmalar yıllar önce açıldı. Çamaşır ve bulaşık hatta kurutma makinası olmayan ev yok denecek kadar az. Dolayısıyla insanlarımızın yaşantıları 20-30 yıl öncesine kıyasla çok daha konforlu.
Tekke yolundan yürürken, kent ormanı piknik alanının olduğu yola saptık. “İnsana zararı en şiddetli olan şeyin ne olduğunu bilmek istedim. Bunun, gaflet olduğunu anladım. Gafletin insana yaptığı zararı, Cehennem ateşi yapmaz. Ya Rabbi, bizleri gaflet uykusundan uyandır. Lütuf ve keremin ile bu duayı kabul eyle” diyen Nimetullah Nahçivani Hz'nin mezarının başında dua ettik.
Biraz yorulmuş olacağız ki açık olan kent ormanı restaurant cafenin camlı kamelyasına oturarak, büyük bir demlik çay rica ettik. Çay içmeyeceğim diyen gelinim Kübra hoca hanım bile, dağ havası eşliğinde 3 bardak çayı afiyetle içiverdi.
Dostlar, sizlere de her hafta Konya, Afyon, Ankara gibi yerlere gezmeye, hatta alışverişe gideceğinize, doğup büyüdüğünüz Akşehir’imizde belki de unuttuğunuz sokakları tekrar ziyaret etmenizi ve şehir esnafımızdan alış veriş yapmanızı tavsiye ederim.