Fazilet partisinin kapatılması sonrasında, tüm ilçe başkanları ile il başkanımız Tahir Akyürek’in başkanlığında, yeni kurulacak olan parti hakkında istişare toplantılarına katılıyordum.
Erbakan Hocamızın siyasi yasaklı olmasından dolayı, partinin başına kimin geçmesinin uygun olacağı konuşulduğunda, diğer tüm teklif edilen isimlerin önüne, Bülent Arınç geçiyordu.
Rahmetli Erbakan Hocamızdan sonra Bülent Arınç, teşkilatlarda çok sevilen ve hatta küçük Erbakan namıyla anılan kişiydi. Konuşmaya başladığında hatipliği izleyenleri mest ederdi.
Konya’da yapılan istişarelerde olduğu gibi, diğer tüm illerdeki istişarelerde de aynı sonuç çıkmış ve Bülent Arınç ismi rahmetli Erbakan Hocamızın önüne konmuştu.
Her ne hikmetse Erbakan, Bülent Arınç’ın genel başkanlığına karşı çıkarak, Recai Kutan’ı 20 Temmuz 2001 tarihinde kurulan Saadet Partisi Genel Başkanı olarak görevlendirmişti.
Milli Görüş ilk defa ikiye bölünmüş; Saadet Partisi’ne katılmayan genç ekibin başını çeken Recep Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, Bülent Arınç ve Abdüllatif Şener'in vitrinde oldukları AK Parti, 14 Ağustos 2001 tarihinde kurulmuştu.
Milli Görüş davasının önemli figürlerinden olan Arınç, siyasi hayatı boyunca çok etkili olmuş, AK Parti içinde danışılan ve hakemlik yapan ağabey rolü ile TBMM Başkanlığına kadar yükselmişti.
Meclis başkanlığı görevi sırasında, bir yerde Arınç’la ayaküstü geçmiş dönemle ilgili bir görüşme yapmıştım. Sohbet sırasında, tevazu timsali olarak gördüğüm Arınç’ın, aslında çok da mülayim olmadığını fark etmiştim ve bendeki Bülent Arınç algısı değişmişti.
Son seçimlerde Arınç'ın oğlu Ahmet Mücahit’in İstanbul bölgesinden milletvekili seçilmesiyle, kendisi listede yer almamıştı. Daha sonra TBMM başkanlarından oluşturulan, Yüksek İstişare Heyetinde görev alan Arınç’ın, bir televizyon programında, halen tutuklu olan Demirtaş ve Kavala hakkında, sanki AK Parti adına konuşuyor edasıyla görüşlerini açıklaması, gündemi değiştirdi.
Bunun üzerine Erdoğan, Cumhur İttifakının görüşleriyle örtüşmeyen Arınç'a sahip çıkmadığını açıklamalarıyla gösterdi. “Son günlerde bizimle alakası olmayan, kimi bireysel açıklamalar ile reform gündemimize yaptığımız vurgular bahane edilerek, yeni fitne ateşi yakılmaya çalışıldığını görüyoruz. Velev ki geçmişte birlikte çalışmış olsak bile, hiç kimsenin şahsi ifadeleri Cumhurbaşkanı, hükümetimizle, partimizle ilişkili hale getiremez. Bizim nerede durduğumuz, nereye gittiğimiz bellidir” diyerek çok sert cevap vermesinden sonra, gözler yeniden Arınç'a döndü.
Bunun üzerine; “Ben duygusal insanım, dünkü konuşma beni çok rencide etti. Sayın Cumhurbaşkanı çok ağır bir konuşma yaptı, ben başkaları gibi Twitter’dan, Instagram’dan istifa etmem” diyen Arınç, giderayak satırı salladı ve oturduğu koltuktan kalkmak zorunda kaldı.
Arınç’ın, kim olursa olsun “uzun tutukluluk süresi mahkumiyete dönüştürülmemeli” düşüncesine ben de katılıyorum. Kesinlikle Adalet gecikmeden kararını vermeli, kişinin işlediği suç sabitse cezasını çekmeli, aksi durumda kimse zan altında kalarak mağdur olmamalıdır. Ancak kişisel görüşüme göre; yaptığı açıklamalar, Arınç’ın özellikle kendi siyasi partisi nazarında, kazanımlarını yerle yeksan etmiştir.
Cumhurbaşkanı’nın işi gerçekten çok zor. Önce damadının “At izi it izine karıştı, Allah sonumuzu hayretsin” diyerek Instagram yoluyla istifa ettiğini açıklaması, sonrasında 40 yıllık dava arkadaşının Adalet konusundaki eleştirileriyle istifa etmesi, AK Parti’yi içeride ve dışarıda zora sokma çabalarına körükle gidildiğinin göstergeleridir.