Kadınlara bir de çocuklara oldum olası ikinci sınıf vatandaş gözü ile bakılırdı. Kız doğuran kadınlar daha çok aşağılanırdı.

Ana, baba malı bölüşülürken kızlar görmezden gelinirdi.

 “Kadının saçı uzun, aklı kısadır. Onu, elinin hamuru ile erkek işine sokmaya-caksın. Kırk yılda bir onun sözünü tutacaksın. Sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmeyeceksin. Erkek okursa kadı olur, kız okursa cadı olur,” denirdi.

Eğitmenimiz yapılan bu ayrımcılığı hiç mi hiç hoş görmezdi.

Her fırsatta, yolda, sokakta, camide, mahalle odalarında “kız ile erkek aynı ağacın meyveleridir. Birini diğerinden üstün tutamazsınız. Böyle yapanlar haksızdır, yanlış yoldadır,” derdi.

Köyde Kristin İbram, derler biri vardı. Evini, tarlasını oğlunun üstüne tapulamış, kızlarından mal kaçırmıştı.

Eğitmenimiz bir gün onu sınıfa çağırmış, kızım sana söylüyorum gelinim sen anla dercesine DİNMEYEN SIZI adlı şu öyküyü anlatmıştı:

“Cahiliye döneminde körleri, sağırları, zekâ özürlü olanları ve de kız çocuklarını öldürürlermiş.

Bir baba da bu geleneğe uyarak kızının canına kıymış. Amma zamanla bunun bir vahşilik olduğunu anlamış, büyük bir suçluluk duygusu içinde yüreği yanmaya başlamış.

Onun bu durumunu gören bilge komşularından biri sormuş:

 “Komşu, boynunu eğri görüyorum. Sürekli üzüntü içindesin. Büyük bir çıkmazda oldu-ğun anlaşılıyor. Derdini söylemeyen derman bulamaz. Sorunun nedir? Anlatır mısın?” demiş.

Büyük bir suçluluk duygusu içinde kıvranan, ezilen baba şöyle söylemiş:

 “Sormasanız zararıma. Sussam yine zararıma. En iyisi anlatayım:

Cahiliye döneminin kötü geleneklerine uyarak kızını öldürenlerden biri de benim. Cahildim, toydum, aptalın biriydim. Gençliğin verdiği taşkınlık sonucu kızıma kıydım. Ben gaddarın, kanlı katilin biriyim.”

Bilge komşu yeniden sormuş:

“Pekiyi nasıl yaptın bu işi? Kızın genç mi, yaşlı mıydı?   Suçu öldürülmeyi hak edecek derecede ağır mıydı?”                         

“Dedim ya. Cahiliye döneminde herkes benim yaptığımı yapıyordu. Yaşlı olan yakınını, sakat olan oğlunu, yeni doğan kızını öldürüyordu.

O cahiller, o caniler kervanına ben de katıldım. Ne var ki benim suçum başkalarına göre çok daha ağır. Çünkü kızımı doğar doğmaz değil, evlenme çağına geldiği zaman öldürdüm. Küçükken eşim engel oldu. Ağladı, sızladı. Daha sonra ha bugün, ha yarın öldüreyim derken aradan yıllar geçti.

Kızım, büyüdü, evlenme çağına girdi. Sık sık kapımız çalınır oldu. Kızımı isteyenler iyice çoğalmıştı. Oysa ben onu evlendirmeyi değil, öldürmeyi düşünüyordum.

Aradan yıllar geçtikçe kendimi cesaretsiz olmakla suçlamaya başladım. Komşularım da sık sık korkaklığımı, törelere karşı ters davrandığımı yineliyorlardı.

Bir gün kararımı verdim. Komşu köydeki akrabamızı görmeye gideceğimizi ileri süre-rek, kızımı da yanıma alarak evden ayrıldım.  Annesinden habersiz onu öldürmek istiyordum.

Karım durumu anlamıştı. Ona bir kez daha yalan söyledim.

“Hiç kuşkulanma. Kızımızın kılına dokunmayacağım. İçini rahat tut,” dedim. Onu yine kandırdım.

Kızımla yürüyorduk.  Köyden uzaklaşmış büyük bir ormana girmiştik. Onu yol üzerinde bulunan bir kuyuya atacaktım.

Kızım çok neşeli görünüyordu. Gideceğimiz yeri soruyor ve orada bulunan yakınlarımı-zı taklit ediyordu. Onu atmayı düşündüğüm kuyunun başına gelmiştik. Kuyu çok derindi. Dipte ışıl ışıl az bir su görünüyordu.

Kızım başına gelecekleri anlamıştı. Ona baktığımda gözlerinden boncuk gibi yaşların döküldüğüne tanık oldum.

“Babacığım, sonunda beni bu kuyuya atacaksın öyle mi?

Bir de annemi kandırdın. Kılına dokunmayacağım, demiş söz vermiştin. Şimdi, bana kıyıyorsun. Madem öldürecektin niçin sen de eller gibi beni doğar doğmaz öldürmedin? İnsan çocuğunu hele gelinlik çağına gelmiş kızını öldürür mü? Acı bana,” dedi.

Gözüm dönmüştü? Deli gibiydim. Şeytan “öldür,” diyor, kızım, “öldürme,” diyordu. Sonunda şeytana uydum, kızımı kuyuya attım.

O ağlıyor, çığlık atıyordu. Daha sonra sesi çıkmaz oldu.

Oradan ayrıldım. Eve geldim.

Karım görünüşümden acı haberi birden aldı. Ona bir kez daha yalan söyledim.

“Su içmek isterken ayağı kaydı. Kız kuyuya düştü,” dediysem de inanmadı.

Cahil ve katil babayı dinleyen bilge kişi şöyle söylemiş:

“İnsanların kimisi yasalarla cezalandırılır. Kimisi de yaptıkları suçların cezasını ölünce-ye dek iç sıkıntısı çekerek öder. Sen de ömür boyu suçluluk duygusu içinde yaşayacaksın. Unutma. Ölmekten daha beter olacaksın.”