Çayın ikiye ayırdığı mahalle evlerinden komşu anaların sesleri gelir, başı yazma örtülü kadınlar ellerinde bakraç okulun bahçesindeki çeşmeden su almaya giderler, saçları örgülü küçük kızlar evlerinin önünde sakız çiğner, yırtık, yalınayak, başıkabak küçükler kapı önlerinde annelerinin gözlerinin önünden ayrılmazlardı.

Bu mahalle, savaş sonrasında ülkenin herhangi bir şehrindeki mahallelerden farklı değildi, yoksul mahallesiydi. Gün Sultan Dağları’ndan ilk önce bu mahalleye doğardı. Telaşla odalarda koşturan çocuklar, küçücük kırık ayna karşısında traş olmaya çalışan babalar, işe gitmek için telaşla pantolonunu, çorabını arayanlar, akşamdan okul çantasını nereye attığının heyecanı ile koşuşturan çocuklar Çay Mahallesi’nin insanlarıydı. Her ne kadar bu mahallede oturan insanlar içerisinde yıllar sonranın yazarları, belediye başkanları, avukatları, hâkimleri, doktorları çıkacaksa da bu mahalle savaş sonrası herhangi bir yoksul mahallelerden birisiydi.

Gün doğar. Sabahın ilk telaşı, ilk heyecanı başlar mahallede. Cumhuriyet İlkokulu’nun karşısında iki sokak vardır. İkisi de çıkmaz sokak. Bu sokakta ilkinde makinist İsmail Efendi ve eşi Melahat Hanım vardır. Çıkmayan bu sokakta otururlar. Sonra Faytoncu Sabri Efendi. Aynı çıkmaz sokakta iki yana açılan han kapısı gibi bu hayatta otururlar. Bu iki yana açılan kapının büyüklüğü ise Akşehir ‘in ilk faytoncusu Sabri Bey’e ait kıskanılan faytonun da bu evde olmasıdır. Sonra yan komşuları iğneci Nuri Efendi. Biraz ötede Pervasız Gazetesi’nin kurucusu Ahmet Şener Ağabeyin evi. Az ilerisinde tam da okulun karşısında Erkök Avcıoğlu’nun evi. Saray Sineması makinisti Bayram namı diğer Mavili’nin evi. Çıkmaz bir sokak bu sokak ama Akşehir’e yön veren insanların bulunduğu Çay Mahallesi ve sokağı. Sonra ikinci bir çıkmaz sokak daha vardır okulun biraz aşağısında Av.Fatma Bakırel Malkoç’un oturduğu ev de bu çıkmaz sokaktadır, fakat bu sokak yine de savaş sonrasının fakir bir sokağıdır, fakir bir mahallesidir; bugünün büyükleri ise o günün küçükleridir.

Akşehir tatlı bir uykudadır. Kimi tek, kimi çift katlı küçük ama sevimli odalardan, toprak damlı, yuğa taşlı evlerden, tahta evlerin tahta merdivenlerinden gürültüler, bağrış-çağrış sesler gelir. Artık mahalle güne uyanmıştır. Cumhuriyet ilkokulunun ilk çıkmaz ara sokağından Faytoncu Sabri’nin faytonunun sesi duyulur. Tıkır tıkır yokuş aşağıya iner. Kadınlar biraz sonra bu sokakta kapı önlerine oturup çekirdek çitleyeceklerdir. Sonra çocuk sesleri gelir, okula koşan çocuk sesleri. Evlerden mısır patlağı gibi daracık sokaktan okula doğru dağılan çocuk sevinçlerine, mutluluklarına şahit olursunuz. Birkaç fayton birkaç at arabası geçer gider. Okula gitmeyen, usta yanına berbere, nalbanda, semerci yanına giden çocukları görürsünüz. Memur amir takımını görürsünüz bu mahallede tek tük de olsa vardır. Sonra  telaşla çamurlu yollardan koşanlara.

Sadece Çay Mahallesi Sokağı okulun karşısında çıkmaz sokaklardan ibaret bir sokak değil. Daracık birkaç sokak daha vardır tam da okulun üst kısmında. Yukarıya doğru çıkıldıkça birkaç dar sokak daha. Çaya bakan köşklü bir ev. Şimdi yıkıldım yıkılacağım diye duruyor, hâlâ daha ayakta. Yalnız yıkıldı yıkılacak. Yine arada çıkmaz çamurlu sokaklar. Burada çocuklar çamurun içerisinde misket oynarlar. Elleri çamurdan çatlamıştır çokça da kavga ederler, küfrederler, kavga ederler misket için. Sonra anneler gelir, ayırırlar çocuklarını.

Bu mahallede oturan kadınlar kapı önlerinde oturur, gelen geçen hakkında konuşurlar, daha doğrusu dedikodu yaparlar. Birbirlerinin ardından çekiştirirler. Neler söylerler neler. Bir yandan çekirdek çitleyerek bir yandan da dedikodu yaparlar. Kapı önlerinde oturup öğleye doğru yemek yapmak için evlerine girerler. Burası öyle bir mahalledir işte.

Akşehir’e ve geleceğine yön veren güzel insanlar Akşehir’in köklü aileleri bu mahallede otururdu. O zamanların nadiren de olsa memur amir takımının bu mahallede olduğu gibi, nalbant, at arabacı, faytoncu, kasap, fırıncı gibi meslek dallarından her insanı bu mahallede bulunurdu ki o zaman en gözde meslekleri de bu mesleklerdi. Faytonculuk, arabacılık gibi meslekler o zamanın en gözde mesleği idi. Herkesin bir işi gücü vardı. İşsiz başıboş avare insanlara rastlanmazdı. Sabahtan telaşla, heyecanla şehre dağılan insanlar akşam olduğu zaman ellerinde filelerle eve ekmek götürmenin, kasaptan et almanın, manavdan sebze almanın mutluluğunu taşırdı.

Çocuklarsa kapı önlerinde kendilerini unutan annelerine açlıklarını ağlayarak hissettirirler, anneleri de neden sonra çocuğun elindeki bir dilim ekmeye ya salça ya yoğurt sürer verir, ya da çocuğunun eline  ekmeğin kenarını  verir çocuk yer ki açlığı gitsin, sesi kesilsin; sohbet-muhabbet mi, dedikodu mu o yine kaldığı yerden devam ederdi.

Çay Mahallesi Sokağı’nın bu ara sokaklarında okumaya gelmiş öğrenciler de olurdu. Ara sokaklarda ki bu gün- güneş görmez yağmur yağdığı zaman her yanı çamur olan bu ara sokaklardaki evlerde birkaç öğrenci küçük iki oda bir salon bu evlerde otururdu.

 Bu mahallenin en güzel evi Cumhuriyet İlkokulunun hemen üzerinde köprünün karşısında iki katlı köşklü evdi. Ne güzel! Köşküne oturduğun zaman hem çayın gürül gürül akan suyunu hem Cumhuriyet İlkokulu’nu hem öğrencileri hem de upuzun karşı yolu Tuzcuların evin o yolunu görürsün. Ne âlâ!

Sonra o evin köşesinde bir kadın çocuklarına isimlerine teker teker seslenir. Çocuklar gelir mi ? Hangi bir çocuk gelmiş ki “Haydi yemek hazır! Eve çabuk gelin babanız gelecek!“ sözüne. “Akşam oldu sözüne!” Her çocuk gibi neden sonra o çocuklarda evlerine dönerlerdi dönmesine ya “anne terliğine” de hazırlıklı olurlardı.

Gündüzler bu mahallede böyle, kadınlar kapı önlerinde, çocuklar okulda, az da olsa memur amir takımı işlerine gitmekte. İşçiler işlerine, usta yanına işe giden çocuklar işlerine. İşsiz yok denilse yeridir, işsiz bu mahallede yok gibidir. Zaten işi gücü olmayan insana da bugün olduğu gibi o gün de iyi gözle bakılmaz. Mutlaka bir iş sahibi olunacak. Ne diyordum, gündüzler bu mahallede böyledir de ya geceleri? Çay Mahallesi Sokağı gürül gürül akan çayın sesi ile serinliğe kavuşur. Sadece çayın insanın ruhunu cezbeden, insanın ruhunu dinlendiren sesi Çay Mahallesi Sokağı’ndan şehre yayılır. Sonra günün gecesinde yine mahallenin hanımları bu kez de pencereden pencereye konuşmaya başlarlar “ Huuu komşu duydun mu?” Karşı evden bir ses gelir” ne duyacakmışım?” Karşılıklı daracık sokakta pencereler ardına kadar açılır, pencereden başlar belirir. Bu konuşma yapanlar da akşama kadar işinde gücünde olan eşlerinin mahalle kahvesinde bir iki saatliğine tavlaya, iskambile gittiği saatlerdir. Mahalle kahvesi de uzak değildir. Tıktım tıklım mahallelinin dolu olduğu bir kahve. Bağrış çağrış oyunlar oynanır. Mahallenin bilindik simaları. Nalbandı, semercisi, arabacısı, faytoncusu, delikanlıları, bıyıkları yeni yeni terleyen gençleri… Kahveye gidenlerin hanımları pencereden pencereye konuşmaya başlamışlardır artık. Artık kahveden eşlerin döneceği vakte kadar, muhabbet sürer. Daha da sohbet muhabbet ileri giderse bir çay demlenir, birbirlerini davet etmeler başlar. “Gel bir çay içelim. Bizimkiler kahvede nasıl olsa, üç saate anca gelirler …”

Taa neden sonra bekçi düdükleri ardı ardına çalmaya başlar. Mahallenin kahvesinden evleri dönülmüş, işçiler, ustalar, çıraklar, öğrenciler, ameleler evlerinde uykuya dalmıştır.

Çay Mahallesi Sokağı artık derin bir uykuya dalmıştır.

Gecenin ve Çay Mahallesi Sokağı’nın sessizliğini bekçinin bazen kısa bazen uzun uzun çaldığı düdüğünün sesi bozar. (03/08/2024-AKŞEHİR)

Editör: Pervasız Web