Kıymetli Dostlar! Sadece insanların değil, tüm canlıların yaşamı boyunca önemsediği duygulardan biri de “anlamak” ve “anlaşılmak” tır.
Türk Dil Kurumu sözlüğünde; “Bir şeyin ne demek olduğunu-neye işaret ettiğini kavramak, sorup öğrenmek, yeni bilgileri eskileriyle bir araya getirerek sonuç niteliğinde bilgi edinmek” anlamlarına gelen “anlamak” aslında iletişimin ilk ve en önemli aşamasıdır. Anlamak sadece bir eylem değildir. Muhataplarımıza verdiğimiz ve vereceğimiz değerin mihenk taşıdır.
Günlük yaşantımızda şu tür konuşmaları duymuşsunuzdur:
“Kimse beni anlamıyor.” “Anlamadım!” “Anlıyor musun?” “Anlamak bu kadar mı zor?”
Bir kış günü sabaha kadar yağan kar, dört bir yanı kaplar. Nasreddin Hoca erkenden kalkıp kapı dışarı çıkınca, bir de bakar ki kar dam boyu olmuş. Dam çöker endişesiyle telaşlanır. Kar küreğini alıp bir an önce karı temizlemek için kürümeye başlar. O anda dengesini kaybedip damdan aşağıya düşer. Nasreddin Hoca’nın sesine toplanan konu komşu, hısım akraba, ‘aman nasıl olmuş, ayağı mı kolu mu kırılmış, doktora götürelim, kırıkçı çağıralım’ derken Nasreddin Hoca: “Ben doktor falan istemem bana damdan düşen birini getirin” der.
Sevgili Dostlar! Bir kişi, bir başkasının acısını paylaşmak için ne kadar çırpınırsa çırpınsın, o acıyı yaşayanlar kadar bilemez. Günümüzde “empati” dedikleri duygu bile anlaşılmak için yeterli değildir.
İnsan, kendini tanımadan hayatının anlamına dair bir fikre sahip olamıyor. Öyle olunca da başkalarını hiç tanıyamıyor ve onları hiç anlayamıyor. İnsanlar sizi, sadece aynı yerden canları yandığı zaman anlıyor.
İnsanlar arasındaki iletişim sağlıklı olmayınca, yanlış anlama veya yanlış anlaşılmalar meydana geliyor. Hele bir de önyargılarımız varsa, durum daha da zorlaşıyor. Onun için yanlış anlaşılabilme seviyelerini en aza indirecek sözcükleri dikkatli seçmek ve iletişim köprülerini iyi kurmak gerekir. Bunun olabilmesi için de öncelikle “iyi niyet” gerekiyor.
Sylviane Herpin, insanların yanlış anlamak veya yanlış anlaşılmak için çok sebeplerin olduğunu söyler. İşte o sebepler: Düşündüğünüz, söylemek istediğiniz, söylediğinizi sandığınız ve söyledikleriniz. Karşınızdakinin duymak istediği, duyduğu, anladığını sandığı ve anladığı.
Bu bahsettiğim kavramlar arasında büyük farklar vardır. Hele günümüzde çok kişinin arzu ve menfaatlerine göre anlama kolaycılığı, anlaşma ve anlamayı daha da zorlaştırmaktadır. Gönül aynan temiz ise anlaman da güzel olur, değilse kötü olur.
Gönül insanı Mevlana der ki; insanlar seni yanlış anladığında dert etme, duydukları senin sesin, fakat aklından geçirdikleri kendi düşünceleridir.
Konuşarak derdini anlatamayanlar, anlaşılmayanlar, kırılsa da kırmayanlar, ağlasa da ağlatmayanlar çok acı çekerler. Anlayanı olmayınca insan, ya içine ağlarmış ya da kimselerin görmediği yerlerde ağlarmış. Dertler ve acılar derinleştikçe ağlamaların yerini sessizlik alırmış derler, doğrudur. Asıl mesele, sessizliğin derinliğinde saklı olanı bulabilmek.
Eminim ki; insan, kadir kıymet bilenin yanında değerlidir. İyiyi sadece iyiler anlıyor, iyi olmayanlar anlayamıyor. Kendini adasan da anlaşılmıyorsun. Erdemli olmayanlar, erdemliyi anlayamıyor; ahlaklı olmayanlar, ahlaklıyı anlayamıyor.
Sonuç olarak; âlemi kendimiz gibi sanmayalım, hiçbir insana kötü olmayalım, ama herkese de iyi olmayalım.
Sözün özü: Dilden anlayana söz emanet edilir. Halden anlayana gönül...!