Karşıyaka iskelesinde sevgili Selami Güleç’in arabasına bindiğimde sabahın altı buçuğunu gösteriyordu saatler. Denizin üzerinde gün ışığı belli belirsizdi. Suyun alacalı bulacalı rengi çok hoştu. Otobana çıkana dek sessizlik sürdü. İzmir henüz uykudan uyanırken yola koyulmuştuk.
Arabanın içinde Selami Güleç’in eşi Tülay Hanım, oğlu Mert ve Okan Yüksel de vardı. Sabahleyin erken kalkmanın etkisinden olsa gerek ki bir süre sessizce yol aldık. Ege’nin köyleri, kasabaları onlarca renge bulanmıştı. Yeşiller, sarılar, mor çiçekler sabahın ilk saatlerinde öyle güzel görünüyordu ki sorma gitsin. Katırtırnağı çiçekleri sapsarı renkleriyle dört bir yanı sarmıştı.
Otobanı geçip Aydın’a varmıştık. Sabah kahvaltımızı yol üstünde bir yerde yaptık. Karşımızda Aydın’ın yemyeşil dağları uzanıyordu. Köylü vatandaşlar günlük uğraşları içinde, kim bilir sabahın kaçında işe koyulmuşlardı.
Kahvaltıdan sonra çenemiz açıldı. Arabanın içinde Okan Yüksel olur da orada şaka olmaz mı, ben ona takılmadan olur mu hiç? Arada sırada Mert’e takılıyordum. Kırlangıçlara leylek diyor, gelinciklere damatçık çiçekleri diyordum. Güle oynaya Burdur’a doğru yol alıyorduk. Okan Yüksel, Selami’ye takılıyordu. Emin misin Burdur’a gittiğimize, ortalıkta pek görünmüyor diyordu. Şaka olsun diye telefonla, Adana’ya vardık, ortalıkta Burdur yok, sözlerine hep birlikte gülüyorduk. Ben de Mert’e takılıyordum, okuldan kaçtığını kimseye söylemeyeceğim ama gazetelere yazacağım, sözlerime Mert de gülüyordu.
Aylar önceden planlanmış bir geziydi. Daha doğrusu bir davetti. Selami Güleç’in kızı Didem Güleç, Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde öğrenciydi. Sosyal işlerle ilgileniyordu. Sosyal ve Kültürel İşler Kulübü Başkanıydı. Okulumuza sanatçı davet edeceğim, diyerek bizleri edebiyat ve sanat üzerine bir söyleşi yapmak üzere okuluna davet etmişti. Selami Güleç de sizleri ben götüreceğim, diyerek bir incelik yapmıştı.
Burdur’a vardığımızda saat bir buçuğa geliyordu. Telefondan okulun yeri hakkında gerekli bilgileri Didem’den öğreniyorduk. Okulu bulmakta gecikmedik. Akdeniz’in sıcaklığı az kalırdı bizleri karşılarken gördüğümüz sıcaklık karşısında. Didem öyle mutluydu ki, onlarca kez teşekkür etti. Doğruca Dekan Sekreteri Kemal Gürhan’ın odasına gittik. Bizlerin İzmir’den kalkıp geldiğimize öyle mutlu olmuşlardı ki, ne desek, ne denli teşekkür etsek azdır, demeden edemiyorlardı. Yanımızda Yrd. Doç. Dr. Kenan Arıbaş, Yrd. Doç. Dr. Hilmi Demirkaya vardı. Bir çay içimi söyleşimizde aydın insanlarla birlikte olduğumuzu anlamıştık.
Her şey planlıydı. Saat tam ikide salona girdiğimizde salonda boş yer yoktu. Alkışlarda yoğun bir sıcaklık yüreğimize dek ulaşıyordu. Bizleri sunacak olan Kazım Çallı, bir tiyatro aşığıydı. Günlerini tiyatro çalışarak geçiriyordu. Söyleşiye bir başladık, aradan üç saat geçmiş farkında değildik. Okumanın öneminden tutun da, nüktelere dek neler anlatmadık neler. Okan Yüksel, bilgi birikimini şiirlerle süslüyordu. Nasıl bir öğretmen olmalıyız, sözlerimi geleceğin eğitimcileri dikkatle dinliyorlardı. Okan Yüksel’le birbirimize yaptığımız şakalar, anlattığımız fıkralara gülmeyen yok gibiydi. Eğitim anılarımı anlatırken bazı öğrencilerin gözyaşlarının sesini duymasam da görebiliyordum.
On dakikalık aradan sonra salona gelince daha bir şaşırdık. Öğrencilerin çoğunun gidebileceğini düşünüyorduk. Yanılmışız, bu kez ayakta öğrenciler olduğunu görünce ne diyebileceğimizi bilemedik. Benim söylediğim şarkılara salonun tümü katılıyordu. Öğrenciler de sahneye çıkıp türküler söylediler. Okan Yüksel’in davetiyle bir şiir okuyan Selami Güleç de epey alkış aldı.
Başta öğretim üyeleri olmak üzere böyle bir gün yaşamadık diyenler çoğunluktaydı. Ya bizler yaşamış mıydık? Bu mutlu günün hazırlanmasına katkı sağlayan Kenan ve Hilmi öğretmenlere, Didem Güleç, Levent Algül, Kazım Çallı, Emine Sönmez ve Dekan Sekreteri Kemal Gürhan’a ne denli teşekkür etsek azdı. Bizleri saatlerce dinleyen geleceğin eğitimcileri, fakültenin öğrencileri; bizleri nasıl mutlu ettiniz farkında mısınız? Bizlere, bugün burada kalın, derken içtenliğinizi nasıl unuturuz.
Öğretmen arkadaşlarla birlikte Mert’in yaş gününü kutlamak için bir pastaneye gittik. Yolda gözümüze bir yazı ilişti. BURadaDUR. Kenan öğretmenle sanat, şiir üzerine derin bir sohbete dalmıştık. Şiir yazıyormuş. Bunları duymak bizleri daha bir mutlu etti. Üretken insanların bulunduğu yerlerde öğrenciler de farklı oluyordu. Okulun, öğrencilerin sıcacık ortamından, pastanedeki sıcacık söyleşiden ayrılmak zordu. Yolumuz uzundu.
Gece karanlığında yıldızlara gülümseyerek yol alıyorduk. Yıldızlarda okulun öğrencilerinin gülümseyen yüzlerini görmekte zorlanmıyorduk. Hepimizde tatlı bir yorgunluk ama insanı mutlu eden bir yorgunluk vardı. En çok günün mimarı Didem Güleç, bu mutluluğu yaşıyordu arabada. Arabadan evin önünde indiğimde saatler gecenin iki buçuğunu gösteriyordu. Ve yıldızlar aynı güzellikte geceyi aydınlatmayı sürdürüyordu…