Serinin altıncı ve son makalesinde yine aynı motivasyonla bireylerin güçlenmesi ve ileri gitmesi için anlamlı bulduğum bir takım algoritmik prensipleri aktarmaya devam ediyorum. Ufka Bakmak başlığı altında olmasa da yine başka konuların yanında zaman zaman kişilik gelişimleri ve dönüşümleri üzerine de yazmaya devam edeceğim.
Elbette hayatta karşılaşılan durumlarla ilgili algoritmaları takip etmek tek yol olamaz çünkü her durum kendine içkindir. Öte yandan üzerinde durduğum hususlarla ilgili iletişim içinde bulunduğum bireylerde çeşitli ilerlemeler gözlemliyorum. Burada ele aldığım hususlar tamamen kuramsal ilkeler bütünü olmaktan çok kendi hayatımda da uyguladığım bir takım pratiklerden oluşuyor, yani bunlar benim kendi çerçevem. İleri adım atma konusunda ortak çalıştığım ve iletişim içinde olduğum öğrencilerimden, arkadaşlarımdan ve meslektaşlarımdan fazlasıyla olumlu geri dönüşler alıyorum ve onların hayatına katkıda bulunduğumu görmek beni mutlu ediyor.
Memento Mori
Memento mori eski bir deyim. Latince, ölümü hatırla demek. Seriyi yazmaya başladığımda altıncı makalede “ölümü hatırla” konusunu ele almayı planlamıştım. Bu hem gazetemizin kurucusu Ahmet Şener’i aramızdan ayrılışının seneyi devriyesinde anmak hem de ilk çocukluk arkadaşım olan Ahmet Amcaya dair yazılı bir veda bırakmak için güzel bir fırsat olurdu.
Ben yaklaşık üç yaşlarımdayken Pervasız’ın bürosu Rüştü Bey İş Hanı’nda (Melek Girmez) bulunuyordu. Bizim işyerimiz de Pervasız’ın hemen yanındaydı. Sıkıldıkça Ahmet Amca’nın yanına uğrardım, o da beni kucağına alıp severdi. O zaman algılayabildiğim kadarıyla sakin ve sevecen bir mizacı vardı. Bu yazıyı onun aziz hatırasına ithaf ediyorum. Ahmet Amca, ruhun şad olsun.
Bu yazıyı hazırlamaya başladığım gün gazetemizin bürosuna uğramıştım. Arkadaşlar, Bursa’da gerçekleşen elim uçak kazasını konuşuyorlardı. Aralarından biri, çaresiz bir kederle iç çekerek “hem eğitmen pilot hem de yardımcı pilot hayatını kaybetmiş” dedi. Tabi ki genç ölenlerin geride kalanlara bıraktığı acı tarifsiz. Aklımdan bir an İzabell Tchavdarova’nın şu dizeleri geçti:
“Daha nice güzel günler özlerken özüm
Kapıya dayandı geldi vakitsiz ölüm...”
Memento mori (ölümü hatırla) prensibi, antik Yunan filozof Sokrates´e kadar gidiyor. O, ölümü hatırlamanın; insanların ilahi parçaları olan ruhlarını vücutlarından ve anlık arzularından kurtararak özgür bırakmanın bir yolu olduğunu düşünüyordu. Aynı şekilde zaman zaman kendisinden alıntılar yaptığım büyük Roma İmparatoru Marcus Aurelius da “Meditasyonlar” ismiyle yayımlanan, aslında kendisine aldığı kişisel notlardan oluşan kitapta şöyle diyor: “Dikkatinin dağılmasına izin vermeyi bırak. Aksine, şu an ölecekmişsin gibi kendi vücudunu küçümse: Bir yığın kan, kemik parçaları, birbirine dolanmış sinirler, damarlar, atardamarlar.” Demek ki şu an ölmek de mevzu bahis. Öyleyse beklemek anlamsız. Yapmak istedikleriniz için yarını beklemeyin çünkü o hiç gelmeyebilir. Aynı şekilde yapmak istedikleriniz için anlık en yakın dürtülerinizden de vazgeçebilin ki özgür olabilesiniz.
Roma’dan Orta Asya’ya, Orhun Yazıtlarına gidelim. Bu yazıtlardan Kül Tigin Yazıtı’nda, Bilge Kağan Göktürklerin yaptıkları kahramanlıkları anlatıyor ve onlara geleceğe dair bir takım uyarılarda bulunuyor. Zannımca yazıtlar güncelliğini korumaktadır. Kül Tigin Yazıtı’nın kuzey yüzünde yer alan bir bölümde Bilge Kağan kardeşi Kül Tigin için şunları söylüyor:
“Kül Tigin olmasaydı hepiniz ölecektiniz
Ve sonunda Kül Tigin öldü
Ben yas tuttum
Kederimden görür gözüm görmez
Bilir aklım bilmez oldu
Sonra düşündüm
Zamanı Tanrı yaşar
İnsanoğlu ölmek için doğmuştur
Gözden yaş gelse de
Hep içime akıttım.”
Sevgiyle Akşehir.
Soru, görüş ve önerileriniz için: deniz.c.guenduez@gmail.com