Daha sonrasında 1. Dünya Savaşı ve Milli Mücadeleye katılarak onlarca askerin tedavisinde görev almıştır. Milli Mücadele’de günümüzde Tuzlukçu ilçesinin mahallesi olan Mevlütlü köyünde kurulan seyyar hastanesinde görev yapmıştır. O günlere dair aldığı notlar şu şekildedir:
20 HAZİRAN 1922: Nihayet Sarayönü İstasyonu’na gitmek üzere tümenimize hareket emri verildi. Cihanbeyli yoluyla ovayı geçerek istasyona geldik. Burada Tümen Komutanı Reşat Bey (Çiğiltepe) albaylığa terfi etti. Bundan sonra tümenden bir topçu taburunu alıp başka yere verdiler. Bu tümenin kaldırılacağını işaret ediyordu. Bana da tümenden aşağıdaki gizli emir verildi.
26 HAZİRAN 1922: 1.Tümen Sıhhiye Bölüğü: mevcut kadrosuyla geçici olarak Dekovil İnşaat Kıta Kumandanlığı emrine verildiği, Mevlütlü’ye hareket edeceği.
2. Bölük; Mevlütlü’de halen dekovil kıtalarının hastaları tedavi ve savaş sırasında yaralı hastanesi olmak üzere karyolalı tüm malzemeleriyle acilen 500 yataklı bir hastane ve 1000 yaralı için toplama yeri oluşturacağı, hastane binası için hasır ve sazdan yapılacak barakaların Cephe Kumandanlığınca sağlanacağı.
3. Bölük; yarın, 27 Haziran 1922’de tren ile Azarı (Gözpınarı) İstasyonu’na nakledilecek ve bu istasyondan Mevlütlü’ye hareket edecektir.
4.Sıhhıye Bölüğü yarın saat 4’ten sonra da eşya ve nakliye vasıtaları ve hayvanları yükleyecek ve saat 6’dan sonra da askerlerini vagonlara bindirerek katarın katılışını bekleyecektir.
Bu emir sonrası Reşat Bey, 52’inci Tuman Kumandanlığına tayin edildi. Sonra diğer birliklerin asker ve subayları birbirinden ayrılarak tümen darmadağın edildi. Yalnız bizim bölük olduğu gibi kaldı.
28 HAZİRAN 1922 (GARP CEPHESİ’NDE): Sarayönü’nden trenle hareket ederek Akşehir’e yakın Azarı İstasyonu’na geldik. Dekovil İnşaat kıtaları kumandanını gördükten sonra, eşyamızı Beylikhan’a kadar dekovil ile gönderildi. Burası tek bir han binasından ibaret olup Mevlütlü’ye üç kilometre uzaktadır ve bu köyün istasyonu sayılır. Bizde kendi vasıtamızla Mevlütlü’ye geldik, yerleştik.
29 HAZİRAN 1922 MEVLÜTLÜ HASTANESİ: Bugünden itibaren Bölüğümüz Mevlütlü Mevkii Hastanesi adını aldı. Buraya karyola ve tüm malzemeleriyle 500 yataklı hastane ile 1000 yaralı için baraka yapılması emrolunmuştu. Hâlbuki Mevlütlü, otuz evli bir Yörük köyü olup bu kadar ağır yükü kaldırmazdı. Bu sebepten hastanenin bir kısmını burada, diğer kısmı ile yaralı yuvalarını da Beylikhan’a kurmaya karar vererek işe başladım. Hastane malzemesi olarak yanımda Şark Cephesi’nden getirdiğim beş yüz yatak, yorgan, yastık kılıflarıyla battaniye vardı. Karyola namına hiçbir şey olmadığı gibi buradan verileceğine dair bir işarette yoktu. Bunun için yer yatağı yapmak gerekiyordu. Fakat bir yer yatağında hastalara ne kadar güçlükle bakıldığı bilindiğinden karyola yerini tutacak bir şeyler yapmayı tasarladım. Bunun için taş, kerpiç ve çamurla sabit bir karyola yapıp üzerine yatak, çarşaf serildiği vakit rahat bir yatak meydana geldiğini gördüm. Hemen askerleri seferber ederek köy odalarını böyle oturaklı karyolalar ile doldurdum. Beylikhan’da dekovil istasyonu olduğundan bütün dikkat ve çalışmamızı burada toplamaya mecbur olduk. Hanın üstünde birkaç oda ile altında büyük bir ahır vardı. Burayı hastane haline sokmak lazımdı. İlk iş ahır zemininden yarım metre kadar gübreli toprağı kazdırıp dışarı attırmak ve onun yerine dışarıdan temiz toprak taşıtmak oldu. Aynı zamanda ahır duvarlarının zeminden iki metrelik kısmını da kazdırıp yeniden sıvattım. Mevlütlü köyünde olduğu gibi kerpiçten sabit karyolalar, etajerler yaptırarak ve her tarafı badana ettirerek ahırı zorla hasta koğuşu haline soktum…
Diğer taraftan dekovil inşaat birliklerinin Akşehir Gölü’nden kesip getirdikleri sazlar ve hazırladıkları ağaçlarla birçok yaralı yeri yaptık. Bunlar konik şeklinde olduğundan uzaktan çadırlı bir ordugâhı andırıyordu. Esasen bunlar gölgelikten başka bir şey değildi. Harpten fazla yaralı geldiği zaman yaralılar açıkta kalmayacak, gerilere gönderilinceye kadar burada istirahat edecekti.
18 TEMMUZ 1922: Cepheden 250 yataklık malzeme daha gönderilecek ve doktor kadromuz tamamlanarak hastanemiz takviye edildi, çalışıp duruyoruz.
Mevlütlü havadar ve manzaralı bir köydü. Oturduğum ev yeni yapılmış olup bunun yanında bir üzüm bağı vardı. Bağın sahibi burada uğraşır dururdu. Onun beyaz sarığı, seyrek sakalı, solmuş mavi renkli elbisesi, dalgın bakışı garip hali ve hazırcevaplığı bana daime hemşerisi Nasreddin Hoca’yı anlatırdı. Bağında bir iki bal peteği, ahırında birkaç koyunuyla birde eşeği vardı. İhtiyar haliyle hiç boş durmazdı. Bu adamın pratik tabiat bilgileri kadar çoktu ki bitkilerin vasıf ve özelliklerini, hayvanların yaşayış tarzlarını, özelikle arıların hayatını, huylarını hangi rüzgârdan hoşlandıklarını bilir anlatırdı. Yeni yaptığı evi damını kavak ağacıyla kapatmış, yattığım yerden bunları sayar dururdum.
Bir gün ona:
-Benim bildiğim kavak dayanıksız bir ağaçtır. Damı niçin bununla örttün? Dedim. O da tereddütsüz
- Eğer su dokunmazsa yüz sene dayanır. Diye kesin ve bilgili cevabını verdi. Kısacası o, mensup olduğu kabilenin mümtaz simalarından biriydi. Boş zamanlarında onu çağırtır, onun topallaya topallaya geldiğini görünce sevinirdim. Huzur ve sohbetinden haz ve teselli duyduğum bu filozof köylüyü daima saygı ile anarım. Gerçekten, bu büyük milletin içinden mektep görmemiş; fakat kitabı, tabiatı okuyarak alim olmuş nice insan gelip geçmiştir ki bu insanların her biri bir vadide yetişerek memlekete ün salmıştır.
Temmuz ayının bu sıcak günlerinde oturduğum bu serin odada bazen Ağustos böceklerinin ninnileriyle uykuya dalıp istirahat eder, bazen pencereden önüme serilen ovanın sisli ufuklarına bakarak, ortalıkta bu sessizliğin, bu beklemenin neye varacağını endişe ile düşünür ve bazen kan renkli gruplar gözleyerek korkunç bir savaşın pek yakın ve etrafımın yaralılarla çevrili olduğunu görür gibi irkilirdim.
Temmuz ayı böyle bekleme ve hayal içinde geçti cepheden hiçbir haber gelmiyordu. Fakat ayın son günlerinin birinde Akşehir’den cephe sıhhiye reisinin beni çağırdığını haber verdiler. Hemen atıma binerek onun yanına gittim. Karargâhta Hulusi Bey’i (Dr. Hulusi Alataş) gördüm. Yakında taarruz edeceğimizi, ona göre düzen almamızı söyledi ve bazı sözlü emirler verdi. Hemen Mevlütlü’ye dönerek hazırlığa başladım. Sonra Garp Cephesi Kumandanlığının gizli emiriyle iyice belli oldu.