Günümüzde birçok insanın sosyal medya ağına yakalandığını görüyoruz. Peki bu adını sıkça duyduğumuz sosyal medya kavramı nedir? Sosyal Medya; en genel anlatımla yeni nesil web teknolojilerinin getirdiği kullanıcı kolaylığı ve iletişim hızıyla yakalanan eş zamanlı bilgi paylaşımının takip edildiği dijital platformdur. Bu dijital platform, hayatımıza birçok kolaylık getirdiği gibi yine hayatımızdan birçok götürüsü de olmuştur. Sosyal medya, bilgiye ulaşma hızımızı ve kolay erişebilmemizi sağladı. Ancak bu değildir ki sosyal medya da ulaştığımız her bilgi doğru olsun. Bize, internette milyonlarca kişi tarafından tıklanan ve paylaşılan bilgileri hiç sorgulamadan doğru kabul etme yanlışlığını da getirmiştir. Gazetelerin yerini sanal haber ve gazete siteleri almış, bu sitelerde haberin içeriğinden çok atılan başlık insanları yönlendirir hale gelmiştir.Yine bir konuyu, araştırma, bilgiye ulaşma emeğinin yerini "Google Amca" almış, bizi hazırcılığa ve kolaycılığa alıştırmıştır. İnternetin sağladığı iletişim kolaylıkları elbette inkar edilemez ancak internet üzerinden iletişim kuran, bilgi paylaşımı yapan insanların gerçekte ne kadar sosyalleştikleri tartışma konusudur.
Başımdan geçen bir olayı anlatmak istiyorum. Üniversiteye yeni başlamıştım. İlk gün insanlarla tanışmaya çalışan ama bir o kadar da çekingen birisiydim. Bir hafta sonra kendi sınıfımda olduğunu bildiğim fakat hiç konuşmadığım bir çocuk bana Facebook’tan arkadaşlık isteği atmıştı. E haliyle konuşmasak bile insanlık gereği arkadaşlık isteğini kabul ettim. Ertesi gün tesadüfen sınıfta bir arkadaşlık ortamı oluştu, çocuğa: “nasılsın, nerelisin?” tarzında sorular sorduğumda çocuğun kaçamak ve kısa cevaplar verdiğini gördüm. Bir süre sonra ise artık sınıfta karşılaştığımızda sadece kafa sallamakla yetiniyordu. Aynı gece, çocuğu arkadaşlıktan çıkardım. Neden mi? Adam zaten gerçek hayatta bana hiçbir arkadaşlık emaresinde bulunmuyordu da ondan. Sanal ortamda arkadaş olsak ne olacak? Bu durumdan sonra anladım ki sosyal medyada birbirlerinin fotoğraflarını beğenen, takip eden, Twitlerini favlayan zatlar! gerçek hayatta birbirlerinin yüzlerine dahi bakamayacak durumdalar. Ne yazık değil mi?..
Bir başka problem ise sosyal medyanın gerçek hayatta zaman kaybı oluşturduğu gerçeğini, hiçbirimizin kabullenemeyişi. “Aman şurada otururken bakıyoruz işte ne olacak ki? gibi sorularla kendimizi tatmin ediyoruz. Yada bazımız “ben sosyal medyayı önemli bilgiler için, arkadaşlarımla iletişim ve ders konusundan başka bir şekilde kullanmıyorum” deriz. Bu konuda samimi olan insanlar da vardır illaki. Fakat Allah aşkına, hangimiz Facebook'a girip bir dosya alışverişinde bulunup, yada önemli bir mesajı arkadaşımıza iletip maximum 15 dakika kalıp çıkıyoruz? Tam aksine, saatlerce tanıdık tanımadık kişilerin fotoğraflarını, pixel pixel inceleyip, bu kiminle birlikteymiş, Fatma'nın babası Konya'ya mı gelmiş, Tuğçe’nin görümcesi mi evlenmiş, Ayşe hiçbir komşusu ile paylaşmadığı güzel güzel yemekleri çekip Instagram da paylaşmış!... Bize ne!
Saatlerce vaktimiz boşa geçmiş halde kala kalıyoruz. Herhangi bir arkadaş ortamına girdiğimizde sohbet edip hasbihal edeceğimize hemen ellerimize bir telefon alıp ya saçma online oyunlara dalıp bu oyunlar üzerinden sohbet kurarız ya da sahte ve içi boş gülüşlü pozlar verdiğimiz selfieleri çektikten ve samimiyetsiz iyi dilek ifadelerinden sonra dağılırız. Büyüklerimizin yanına ziyarete gittiğimiz zaman, hemen ellerimize telefon alıp kafamızı deve kuşu gibi eğip yüzlerine bile bakmayız. Bize sitem olarak “şimdiki nesil telefondan başka bir şey bilmiyor” dediklerine iğrenç iğrenç triplere girer “hadi be sizde.. geri kafalılar, 21. yüzyıldayız biraz sosyal olun” gibi utanmadan birde saçma sapan öğütler veririz. Utanacak durumda olan biziz be biziz! Öğüt alması gereken kişi de bizatihi kendimiziz.
Bunlar madalyonun görünen yüzü. Şimdi bir de diğer yüzüne bakalım. Türkiye’ de 30-40 milyon kişi bu sosyal medyanın içinde. Tasavvur edebiliyor musunuz? Ortak çalışan istihbarat örgütleri 30-40 milyon kişinin bilgilerine erişebilmekte. Kime dost kime düşman olduğunu bilmekteler. Sosyal medyanın kitleler üstündeki etkisi malum. Halkları harekete geçirme kabiliyeti de son derece tehlikeli ve dikkat edilmesi gereken bir konu. Nitekim Yasemin Devrimi olarak bildiğimiz ve 23 yıldır Tunus’ u yöneten Zeynel Abidin Bin Ali’nin ülkeden kaçmasıyla sonuçlanan devrim bu sosyal medya ağları üzeriden planlanmıştı.
Öncelikle şunu belirteyim bu devrim, ülkenin hayrına şerrine olmuş bu beni alakadar etmez. Burada dikkati çekmek istediğim konu yapılan devrimden ziyade devrimin meydana geliş biçimidir. Sosyal medya ajanları ve bunları besleyen birtakım odaklar, ellerindeki bu silah ile yalan haberler yayabilir, kendi istekleri doğrultusunda halkı isyana teşvik edebilirler. Bu durum uygulandığı her ülkede vahim sonuçlara neden olur. Zira bir ülkede halkı ideolojik fikirlerine, din, mezhep vb. farklılıklarına dayalı olarak iki üç parçaya birden bölebilir ve bu grupları birbirlerine kırdırıp iç savaş çıkarabilirler. Bu ajanlar ve odakların, CIA ,CFR gibi kuruluşlar ve İngiliz ve Amerikan derin devleti ile ortak çalıştığını göz önünde bulundursak, tehlikenin çok üst boyutlarda olduğunu görebiliriz. Bu da madalyonun diğer yüzüydü.
Velhasıl kelam biz sosyal medyanın faydasından çok zararını almışız. Bilginin değerini, ona ulaşmanın kıymetini kenara bırakıp sosyal medyanın esiri haline gelmişiz. Yine bilgi doğru mu değil mi öğrenmek yerine sosyal medyada okuduğumuz an kabullenir hale gelmişiz. Gelenek ve göreneklerimizi, adetlerimizi, güzel sohbetlerimizi hep yitirmişiz. Yarım saatlik uzaklıkta olan arkadaşımızı, hastalandığında ziyaret etmek yerine Whatsapp’tan kısa bir “geçmiş olsun” mesajı işimizi görür hale gelmiş. Hal hatır sormayı slm, nbr gibi anlamsız ve bozuk bir Türkçe’ye kurban etmişiz. Eğer gerçek hayatta yapmamız gereken durumları sanal aleme taşımaya devam edersek ve yine bunu sosyalleşme! adına yaparsak daha çok havanda su döveriz. Bu durum sonucunda günden güne asosyal ve yalnız kalmamız işten bile değil. Bu duruma bir an önce dur demeliyiz. Bu sosyal medyanın cazibesinden ve aldatmacasından kendimizi kurtaramazsak sosyal toplumdaki yerimiz tamamen sanal gerçeklikten ibaret olacaktır.