Geçen gün sabah 06’da İzmir’den trenle geldim. İstasyonda dolmuş yok. Parası olan veya mecbur kalan yolcular iki-üç tane taksi ile gidecekleri yerlere gittiler.
Benim eşyam yoktu. Küçük bir valizim vardı. Hava da çok güzeldi. Yürüyerek mahalleme geldim. Mahallemde beni bir gurup (6-8) köpek karşıladı. Bana hücum ettiler. Ben kendimi, Atatürk Ortaokulu’nun duvarına sırtımı vererek savunmaya geçtim. Tabi ki köpeğe nasıl seslenildiği malumunuz.
Apartmanın birinden birileri yardıma geldiler. Tehlikeden ucuz kurtuldum.
Birkaç ay önce de komşumuzun kız çocuğuna da saldıran köpekler çocuğu çok ama çok korkuttular.
Bu hayvanların topluma verdikleri en görünmez ve tehlikeli yönleri de; rastgele yerlere vatandaşlarımızın bıraktıkları yemek artıkları, su kapları. Hayvanlar bunları yediklerinde karınlarını doyurunca da kaldırımlara boylu boyunca yatıyorlar.
Ben Ankara Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü’nde mikroplarla ilgili uzunca bir süre eğitim aldım. Mikroplarla ilgili oldukça donanımlıyım. Köpeklerin bıraktıkları GAİTA’lara sinekler konuyor. Bu sinekler bizlerin yiyecek, içecek veya kullandığımız eşyalarımıza konuyor, ayaklarındaki milyonlarca mikropla bizleri enfekte ediyorlar.
Ben gözlerimle gördüm. Sabah erken saatlerde bir bakkal dükkanı açılmamış. O dükkanın kapısının önüne kasalarla ekmek konulmuş, o ekmekleri köpekler kokladılar, bir iki ekmeği alıp yediler. Ben müdahale edince kaçtılar.
Tamam. Her şey iyi de:
Ben de her hayvanı çok ama çok severim. Ama böyle de olmaz ki. Belki hayvan severler bana tepki verecekler ama durum gerçekten vahim. Önemli.
Konunun ilgililerce önemsenip, duruma çare bulmalarını; aksi halde COVID, Tüberküloz gibi hastalıklardan insanlarımız tehlikelerle karşı karşıya.