Bu sokağı tanıyorum. Tanıyorum tanımasına ama çıkartamadım. Yaşadım bu sokakta, biliyorum fakat çıkartamadım, geçmişteki zamanlardan, hatırlardan biliyorum. Kaç yıl önceydi. On yıl, yirmi yıl? Kaç yıl?
Gürül gürül yağmurlar yağardı. Dam dolusu karlar. Damlardan atılan karlarla bu şirin sokağın ortası karlarla dolardı. Neredeydim? Kimdim? Bu şirin sokak nereden aklımda kalmıştı. “Hangi sokağı arıyorsunuz” dedi bir ses. Kendime gelir gibi oldum. “Şirin bir sokağı arıyorum” dedim. Bana soruyu soran elli yaşlarındaki adam garip garip yüzüme baktı, sanki soruyu soran kendisi değildi.
Şirin bir sokaktı aradığım. İçimin, anılarımın sokağı. Eğri büğrü bir sokak. İki aracın karşılaşıp da zor geçtiği bir sokak. Ya da karşılıklı birbirlerini görüp de köşe başında yola girecek olanın geleni beklemesi gibi. Geçilmez bir yol. Haydi geçtin diyelim. Ya çocuklar varsa oyun oynayan. Canlarımız. Göz bebeklerimiz. Allah korusun birisine bir şey olursa! Olmaz. Faytoncular dikkatli. At arabaları öyle.
Köşklü evler vardır. Komşular birbirine seslenir. Yıllar öncesinin komşuluğu. Herkesin birbirini tanıdığı, bildiği, selamlaştığı şirin sokak. Bu öyle bir sokak ki sabahtan Güldane Abla çayını demlemişse Meryem Ablanın elma ağacının altında diğer komşularla birlikte içilir. Diğer gün Meryem Abla kısır yapar, Elveda Ablanın bahçesine gidilir, sohbet, muhabbet içinde gün geçirilir. Sadece sohbet muhabbet için toplanılmaz ki; belli günlerde şirin sokaktan geçen ırmağa Belediye tarafından su salınır. İmece usulü halılar, kilimler yıkanır. Türküler söylenir.
Yine şirin sokağa Belediye tarafından akan ırmağına su bırakılır ki köşklü güzelim evlerin arka bahçeleri sulansın. Güzelim domatesler, biberler, fasulyeler, salatalara su verilsin. Elma ağaçları, asmalar, erik ağaçları sulansın.
Burada yaşayan bilir. Bu sokağın güzelliği dillere destandır. Hani dillere destan güzellikler vardır ya yıllar geçtikçe güzelleşirler; bu sokak da öyledir. Yıllar geçtikçe güzelliğine güzellik katmış bir sokak.
Bu sokağı tanıdım. Mescitten biraz ileride yeşil boyalı köşklü bir ev vardı. O da yılların verdiği yorgunluğa dayanamamış, olduğu yere yıkılıvermişti. Arkasında upuzun bahçesi ile kalmıştı. Yürüdüm. Biraz ilerde yine yıkıldı yıkılacak bir ev. Yürüdüm. Çıktım sokaktan. Offf! Şurada bir ev daha var. N’olmuş öyle? Anılarımdaki evler kalmamış. Doğduğum ev diyeceğim ya. Ben küçükken bacası üzerime yıkılmış. Ev mi kalır? Yok! Bazı evler dokunsan çökecek, yıkıldı yıkılacak.
“Birini mi aradınız?” diye seslendi yine o ses. Elli yaşında bir adam ses verdi; “Şirin Irmak Sokağını!” dedi. Hayalimde, düşlerimde şirin bir ırmak kalmış. Şirin bir sokak. Yine o ses yankılandı içinde; “Birini mi aradınız?” Hiçbir şey diyemedi. “Şirin bir sokağı” diyemedi. Ne eski anıları kalmıştı ne eski sokak. Anılar güzeldi, geçmişin insanları başka güzel, geçmişin hatıraları bir başka...
Yürüdü Hıdırlık yoluna doğru. Hızlı hızlı yürüdü. Anılardan kurtulmak istiyordu fakat nafile, anılar bir yerde yakalıyordu. Bir Ocak akşamı aklına gelen anı bu oldu işte.