Şehrin karanlığının aniden şehri nasıl da kapladığına şaşırdım. Yürüdüm şehrin karanlığında, havanın soğuğunda ellerim ceplerimde, etrafı seyrettim. Gelip geçenleri, telaşla evlerine ulaşmaya çalışanları Caddeleri izledim, kitapçı vitrinlerini, sinemanın film afişlerini izledim. Şehrin gördüm. Parktan bir müzik sesi geliyordu, Sonra parkın ortasında bir müzik grubu vardı, belki düğün vardı, belki bir eğlence, gülenler, orta yerde oynayanlar. Uzun saçlı bir gitarist vardı, onun yanında sanırım gözlerinden engelli biri org çalıyordu, yine bir sanatçı orkestra ile uyumlu şarkı söylüyordu, Yanımdan geçenlerin kahkahalarına şahit oluyordum, gülüyorlardı, eğleniyorlardı, çocuklar parkın etrafında koşuyordu. Sinemanın önü kalabalıktı. Yeni bir film gelmişti. Sanırım film afişinden Ferdi Tayfur filmi olduğu anlaşılıyordu, Sinemanın kapısının önünde bir çalışan bağırıyordu: “Başlıyor beyler, başlıyor bayanlar!” Şehrin karanlığında tek başınaydım, yalnızdım.

Bir sigara yaktım şehrin karanlığında. Otuz yıl kadar önce Birinci içiyorum. Paramız ona yetiyor, hoş o zamanlarda şimdiki gibi ucu pamuklu sigara nerede bulup da içiyorsun, varsa da bulamıyoruz, bulsan da parayı bulamıyoruz. Oturdum parkta bir sandalyeye. Şehrin karanlığında sigaram ve yalnızlığımla tek başına. Külleri üzerime döktüm, oyun oynayanları, dans edenleri izledim. Parkta oradan oraya koşturan çocukları seyrettim; bir sigara daha yaktım. Gökyüzünü izledim. Gökyüzü yıldızlarla kaplıydı fakat ay yoktu. O da şehrin karanlığı gibi kendi karanlığına çekilmişti.

Şehrin karanlığında sinema önünde kestane pişirilir satılırdı. Film afişleri sinema duvarında ki o oyuğa asılırdı. Hâlâ o oyuklar sinemanın önünden geçilirse görülür. Sinemanın giriş kapısının önünde ise kestane kokuları hâlâ insanın burnunun deliklerini sızlatır.

Sinema önleri ve şehir karanlığında da kalabalık ve gürültülü olurdu, Şehir daha bir sosyaldi ya da bana öyle gelirdi. İnsanlar daha bir telaş içerisinde daha bir mutlu ve güler yüzlüydü. Şehir karanlığında kestaneler pişirilir satılır, limonatalar satılır sonra mısırlar pişirilir satılırdı.

Saat on ikiye doğru şehirde kimseler kalmaz, bekçilerin düdükleri işitilmeye başlardı. Gecenin karanlığında şehir uykuya dalar, şehir alanından, karanlık yollardan tekrar uykuya dalan şehirde dar eğri büğrü yollardan evime doğru yol alırdım. Artık evlerin çoğunun ışıkları sönmüş olurdu, bazen mahallenin bekçilerine rastlar, bazen karşı kaldırımdan geçen sarhoş nağralarına şahit olurdum.

Şehrin yaz olsun kış olsun akşamları böyle saadet ve mutluluk içerisinde geçerdi, şehir daha bir şen ve kültürel etkinlikler içerisindeydi. Yalnızlığımız, şehrin karanlığında, şehrin mutluluğundaydı. Mutluluk ve saadetimiz ise hatıralarda, hayaller de miydi?