Birahaneye kasabada tanınmış kimseler kasabanın, doktoru, noteri, mühendisi, mimarı bakkalı, manavı hep bu birahaneye gelirdi. Müşterileri kasabanın belli başlı tanınan kimseleriydi, birahanenin sahibi Tarık’ın emri üzerine başka içeriye müşteri alınmıyordu.
Ali’nin eline emekli maaşı geçince, yanına sanayide oto kaportacılığından zor-bela emekli olabilen Ahmet’i de alarak kasabanın birahanesinde soluğu alırlardı. Ali Efendi eline üç kuruş para geçince, yüzüne bir mutluluk bir tebessüm gelir, her ay başında böyle birkaç günlüğüne yüzü güler, birahanenin yolunu tutardı tutmasına, fakat kendisi içse neyse bir de Mehmet’i yanında sündürürdü.
Birahanenin köşesindeki masaya oturdular. İki bira bardağı masaya konuldu. Ali ve Mehmet bardakları tokuşturdular. Bardaklar şerefe kalktı.
Birahaneci Tarık:
“Hoş geldiniz!”
Ali ve Mehmet her ikisi:
“Hoş bulduk!” dediler.
Sonra ikinci bardaklar geldi, bardaklar yanında iki tabak dolusu leblebi, sonra fırında patates. Birahanenin duvarlarında büyük takımların posterleri, kadın ve manzara resimleri, birahanenin ortasında da kuzine soba var, üzerinde bildiğin güğüm, kaynayan bir çaydanlık, kuzinede ise patatesler pişiriliyor ve gelen müşterilere servis yapılıyor.
Sonra birahaneye kasabanın doktoru, mühendisi filan da geldi ki birahane içerisi yavaş yavaş kalabalıklaşmaya başladı.
Acıklı bir şarkı plakta dönmeye başladı. Çalan bu şarkı sanki plakta değil de içlerinde dönüyordu. Öyle bir şarkıydı ki bu şarkı yürek yakıcı, vurucu, kırıcı, “iç” deldirten, “iç” dedirten türünden bir şarkı. Eskinin güzel şarkıları da kalmamıştı artık, her şey gibi insanlar gibi şarkılar türküler de değişmişti.
Ali bira bardağını kaldırdı:
“Şerefe Mehmet!” dedi.
Mehmet:
“Şerefe!” dedi.
Ali oturduğu sandalyenin arkasına kaçıncı biradan sonra yaslandı ki bu konuşmaya başlayacak olduğu durumu gösterirdi.
Kafalar birden Ali’nin oturduğu masaya çevrildi. Ali güzel bir konuşmaya başlayacaktı, her zaman bir konuşma mevzusu bulurdu. Kasabanın doktoru, mimarı, gazetecisi, eşraftan tanınmış birkaç kişi daha Ali’nin etrafını sarmıştı.
Ali:
“Ben insanları anlayamıyorum.” Dedi.
Birasını yudumlayan doktor:
“Neyini anlayamıyorsun?” dedi.
Ali:
“İnsanları tanımak hele ki anlamak çok ama çok zordur. Bu hiç kolay değildir. Tanıdım, dersin, bildim dersin fakat nafile. Yıllar geçer, en yakınındır arkadaşındır, hatta ve hatta eşin olur, kardeşin olur, yine de tanıyamazsın, bilemezsin.”
Kasabanın gazetecisi Sadık Abi atıldı:
“Ali Abi o zaman keseceksin selamı sabahı.”
Doktor:
“Aynen.” Dedi.
Mehmet:
“Takma kafanı Ali Abi” dedi.
Ali tabağındaki leblebiden birkaç tane ağzına atarak:
“İnsanlar!” Dedi yine yüksek sesle devamla “O nasıl böyle şeyler yapar diyorsun, o böyle insan değildir. Diyorsun ya nafile...”
Doktor:
“Üzülme Ali Abi!” dedi; ardından Tarık! Tarıkkkk! Bizim biraları tazele. Bugün Ali Abim insanları tanıyamamaktan yakınıyor.” Dedi,
Tarık bardağa bira çekerken:
“Abi insanları kim tanımış ki? Kim tanıyabilmiş ki?!” dedi.
Uzakta kalan mühendis Ali’nin masasına yanaştı.
Ali:
“Yaklaş mühendis!” dedi. “Sen de yaklaş.”
Mühendis bir zamanlar gerçekten zengin birisi olan hâlâ da geçmiş zenginliğini birahanede meyhanede yiyen yetmiş yaşlarında asık suratlı birisi. Bütün servetini birahanelerde, meyhanelerde harcayan ihtiyarın teki. Masaya çağrılınca sandalyesini çeken mühendis, saygıyla masadakileri selamladı.
Bu arada mezeler yenilendi. Bira bardakları tekrar geldi, sonra el yakan patatesler masanın üzerine konuldu. Ali patatesleri soymaya başladı. Sonra Rus Salatası geldi. Ali’nin canı insanlara sıkılmıştı, dertsiz başına dert arar derler ya.
Ali: “İnsanlar!” diyordu, eliyle arada bir yüzünü ovuşturuyor, can sıkıntısından oflayıp pufluyordu.
Konuşursa Ali konuşuyordu, onun haricinde kimseden çıt çıkmıyordu.
Mühendis:
“Al benden de o kadar Ali.” Dedi. “İnsanları anlamak zor. Bak ben de içiyorum fakat neşelenemiyorum. Bira içince çok insana neşe verir, bana sıkıntı veriyor.”
Ali’yi sabahtan bu yana söylediği avanta biraları için Mehmet:
“Aynen!” dedi. “Aynen abi sana katılmamak elde değil, insanları kim anlamış ki sen, ben anlayacağız.”
Doktor:
“Üzülme Ali Abim benim. İnsanlar böyle. Biz neşemize bakalım.”
Uzun uzun insanlar hakkında konuştular, dertleştiler, söyleştiler. Sonra doktor tekrardan biraları ısmarladı. Hesap istediler. Tarık hesap pusulasını uzatınca doktor hesap pusulasına uzandı ki bu arada mühendis de hesap pusulasına uzandı, Ali biraz ağır davrandı; sanayide kaportacılık yapan Mehmet hesabın geleceğini anlayınca zaten lavaboya gitmişti, bu ortamları çok iyi bildiği için sıvışmıştı, birazdan gelirdi.
Doktor atıldı:
“Bir müsaade edin!”
Mühendis:
“Olmaz!” dedi.
Ali:
“Ben ödeseydim” dedi.
“Öde” demeyeceklerini çok iyi bildiği için onun genelde sözü “Ben ödeseydim” olurdu fakat ona ödetmezlerdi. Kasabanın doktoru, mühendisi dururken, ona mı ödetecekler.
Doktor:
“Ben alayım.” dedi,
Mühendis:
“Mümkünü yok” dedi.
Doktor:
“Olmadı” dedi, “Bu olmadı, söz bir dahaki sefere ben ödeyeceğim”
Mühendis:
“Lâfı olmaz!” dedi.
Hesabı mühendis ödedi.
Birazdan lavabodan Mehmet de geldi. Yavaş yavaş birahaneden ana caddeye çıktılar. Doktor ve mühendis, Ali ve Mehmet’e “gel seni bir öpeyim” diyerek, birahanenin kapısında öpüşerek ayrıldılar.
Ali ve Mehmet evlerine dönerken Ali hâlâ Mehmet’e mırıldanıyordu:
“Bak şimdi Mehmetçiğim şimdi eve gitmek ne kadar zor. Bu insanlar var ya dedi, bu insanların birbirlerine karşı, saygısı, sevgisi kalmamış, hep menfaatçi, üçkağıtçı, sahtekâr ve düzenbaz olmuşlar, beni anlayabiliyor musun?”
İçtiği biraların etkisiyle ağlamaya başlayan Ali’yi Mehmet teselli etmeye çalışıyor, bir yandan da:
“İnsanlar kötü abi, hayat kötü. Oysa sen güzel bir insansın, okumuş, yazmış, kültürlü bir insansın. Üzülme… Sen ki benim gerçek ağabeyimsin, dostumsun, arkadaşımsın.”
Ali:
“Kardeşim benim! Hıckk, hıck, gel seni bir öpeyim. Valla öpmeden bırakmam,” dedi
Mehmet:
“Haydi, dedi, haydi öp de ayrılalım.”
Ali tekrar:
“Gel bir öpeyim, seni” dedi.
Mehmet: “Öp abim benim öp!” dedi.
Ali ve Mehmet kaçıncı kez öpüştükten sonra açılan kapıdan Ali’yi eşi ve oğlu evin içine aldı; uyku sersemi Mehmet’te kasabının tozlu yollarından evine doğru yürümeye başladı. (26 Nisan 2025 / Akşehir)