Kapitalizm ve aşırı zenginleşmenin getirdiği en büyük put paradır. Maalesef birtakım insanlar paranın albenisine kapıldılar ve artık kendilerine maddi kazanç getirmeyen eylemlerden, insanlardan uzaklaştılar. Bu insanlar zengin ama “gönlü zengin” olmayan insanlardı. Hal böyle olunca zaman içinde bu insanların putu-tanrısı para oldu. Çünkü nihai ilgi değerleri sadece paraydı. Filozofun dediği gibi: “Bir insanın nihai ilgi değeri ne ise tanrısı odur.”
Bu kişiler zenginleştikçe diğer insanlara üstten bakmaya, kibirlenmeye başladılar. İlginçtir ki akrabalarını ve hatta kendi anne ve babalarını da para kaynağı olarak gördüler. “Arkamda dağ gibi babam var, şu kadar malımız mülkümüz var” gibi sözler araba arkalarına yazılmaya, insanlara söylenmeye başlandı. Kendilerini garantide gördüklerini de söylemeye başladılar. Ne yani babasının malı mülkü olmasa “dağ gibi” diye ifade edilen baba buharlaşacak mı? Öte yandan bu malı kaçırır gibi sahiplendikten sonra ne baba ne anne, akrabaları tanımazdan geldiler. Gelir getirmeyen bir akraba, komşu onlar için sadece ezilmesi gereken birer böcek haline gelmişti.
Bu insanlar, kendileri paraya taptıkları için çevrelerindeki diğer insanların kendi zenginliklerinde gözü olduğunu yahut; “Acaba benden maddi bir talepleri olur mu?” diye düşünüp korkmaya başladılar. Paranın getirdiği en büyük fobi bu olsa gerek.
Bu madden zengin ama gönlü zengin olmayan kibirli insanlar; tevazudan, sade yaşamdan bahsedip daha sonra lüks yaşam takıntısına kapılarak, lüks arabalara binip diğer insanlara “hava atmaya” başladılar. Bir insanın fikri ne ise eylemi o olmalı değil mi? Ama fikir olarak tevazu sahibi olduklarını da düşünmüyorum. Bu insanlar hiçbir zaman göründükleri gibi olmadılar.
Yine bu gösteriş budalası zenginler, bu Ramazan ayında virüsten dolayı şov yapamadılar. Geçtiğimiz Ramazan aylarında gösteriş için iftar yemeği vereni de gördük, yaptığı bir yardımı neredeyse anonsla duyuracak kodamanları da gördük. O zenginlerin, güya hayır için verdikleri yemeğe yine zenginlerden başkasını çağırmamaları bu durumun en büyük kanıtıydı. Bir de utanmadan o yemekte el açıp; “Allah’ım fakirlere yardım et” diye dua ettiler. Bak, Allah sana o hayır için verdiğin yemeği kimlere yedirmen gerektiğini söylemiş: “Yoksula, öksüze, tutsağa sevdikleri yiyecekleri yedirirler. Biz sizi Allah için yediriyoruz. Sizden bir karşılık ne de bir teşekkür beklemiyoruz.” (78: 8-9) Ama o yemekte yine öncelikli olarak para ve gösteriş ön planda idi.
Bu insanların en sevdiği atasözlerinden birisi şudur: “Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez.”
Bu insanlar, komşuları ve akrabaları ile eşit ekonomik koşullarda iken zaman içinde sonradan görme haline geldikleri için kendilerini diğer insanlardan izole etme ihtiyacı duydular. Artık kimsenin derdi ile dertlenmiyorlar, kimsenin yardımına koşmuyorlar, hasta, yaşlı ziyaretine bile gitmiyorlardı. Zira kimse paradan daha önemli değildir.
Virüsten de yine en çok bu insanlar korktular. Kendilerini güvenceye alıp artık kimsenin ne durumda olduğunu düşünmemeye başladılar. Yukarıdaki tanıma girmeyen insanlar ise virüsün getirdiği bencillik ve bireycilikten etkilenmeyenlerdi. Onlar sadece kendilerini kurtarmayı değil acaba kaç insanı daha kurtarabilirim diye uğraşan kimselerdi. O kimseler kendilerini afişe etmedikleri ve bu iyilikleri gizli yaptıkları için toplumda göze çarpmadılar. Eğer toptan helak olmuyorsak o yüreği güzel, gönlü güzel insanların hatırı büyüktür.
Virüs, turnusol kağıdı gibi bu insanları, sudaki köpük gibi yüzeye çıkardı. Zaten paraya olan ilgileri artık tapma derecesine gelen bu insanlar artık topluma ve değerlere yabancıdır. Virüsten dolayı mallarını kaybetme korkusu içindedirler yahut bu malları daha da artırma yolundadırlar. İstikametleri de yine bu putu geliştirmek, yaşatmak için olacaktır.
Zengin olup da kibirli olmayan, alçak gönüllülüğünü muhafaza eden, hal ve hareketleriyle kimseyi rencide etmeyen, gösteriş ve soyculuk takıntısı olmayan, paraya direnen ve bu parayı hayatında bir numaralı nihai ilgi değeri yapmayan insanlara selam olsun.