Yazımın başında şunu belirtmeyi görev sayarım: Nasreddin Hoca'ya ait olan fıkraların çoğunda yaşadığı yer olarak Akşehir adının geçmesi, ayrıca yaşamının büyük çoğunluğunu Akşehir'de geçirmesi ve burada vefat etmesi hasebiyle Hoca'nın Akşehirli olduğunun tartışılmaz bir gerçek olduğunu belirtmek isterim. Nasreddin Hoca, Akşehirlidir ve mezarı da Akşehir'dedir. Dolayısıyla türbesi de Akşehir'dedir, Sivrihisar'da değil!

Şimdi gelelim Hoca ve fıkralarına. Nasreddin Hoca, Anadolu insanının bilgeliğini hem sivri dili hem de kıvrak zekası ile temsil ediyor. Fıkraları da bu mizah ve bilgeliğin ürünleridir. Bizim için Nasreddin Hoca, topluma ve toplum değerlerine bakışı ile bir sosyologdur aynı zamanda. Banarlı onun için: “Karısı, çocuğu, komşuları, şakacı Akşehir delikanlıları, evine giren hırsızlar, zahmet veren dilenciler, ona akıl danışmaya gelen Akşehirliler, onun halkı ellerinden kurtarmaya çalıştığı zalim Moğol emirleri ve başından geçen vakaların çoğunda rolü olan çilekeş boz eşeği ile asırların hayalinden ve neşesinden silinmeyen büyük bir zekadır” der. (1)

Nasreddin Hoca olaylara bakış açısı, problemleri çözme kabiliyeti ve hazır cevaplılığıyla kendimize örnek alabileceğimiz bir halk adamıdır. Toplumsal ve ahlaki değerlerin birçoğunu Hoca’nın fıkralarında görmemiz mümkündür. Bugün, Nasreddin Hoca'ya atfedilen bazı fıkraların Hoca'ya ait olup olmadığı konusunu ele alacağım.

Öncelikle fıkraların içinde yer alan kişilerin yaşadığı tarihler bizim için bağlayıcıdır. Yani bir olay incelenirken kişilerin doğum yılları tarihsel olarak biliniyorsa siz doğum tarihleri arasında 120-150 yıl bulunan iki kişiyi -200 yaşına kadar yaşamamışsa- bir araya getiremezsiniz. Bu eşyanın tabiatına aykırıdır. Bunu Nasreddin Hoca ve Emir Timur ile örneklendirebiliriz. Timur, tarih kaynaklarında 1336 tarihinde doğmuştur. Büyük bir imparatorluğun hükümdarının doğum ve ölüm yılının tarih kitaplarında yer alması doğaldır. Nasreddin Hoca'mızın doğum tarihi hakkında farklı görüşler varsa da bu tarih genel olarak 1208 yılı olarak kabul edilmektedir. Yani Timurlenk doğmadan 128 yıl önce. Ayrıca Hoca'nın 1284 yılında öldüğünü kabul edersek Timur ile Nasreddin Hoca'nın asla görüşmemiş olacağından emin olabiliriz. Böylece Nasreddin Hoca ve Emir Timur'un birlikte yer aldığı fıkraların Nasreddin Hoca'ya ait olmadığını görüyoruz.

Ayrıca üniversitede kendisinden ders aldığım rahmetli Prof. Dr. Ali Berat Alptekin hocamızdan bundan başka birçok fıkranın da Nasreddin Hoca'ya ait olamayacağını dinlemiştim. Ayrıca Saim Sakaoğlu da eserlerinde bize bunu açıklıyor.

Örneğin: "Bu Kedi ise Et Nerede" diye bilinen fıkra, aslında Mevlana'nın "Mesnevî" adlı eserinde geçmektedir. Hoca'ya atfedilen fıkranın neredeyse tıpatıp aynısıdır. Dileyen Mesnevi'yi açıp bu hikâyenin geçtiği beyitleri okuyabilir. Mevlana ile Nasreddin Hoca'nın aynı tarihlerde yaşaması bu olayın belki de yıllar sonra Nasreddin Hoca'ya atfedilmesine sebep olmuş olabilir. Ama elimizde yazılı kaynak olması bu hikâyenin Mevlana'ya ait olduğunu kanıtlıyor.

Bir başka örnek ise "Kazan Doğurdu" fıkrasıdır. Aslında ince bir mesaj içeren bu fıkrayı Prof. Dr. Sakaoğlu: "Ahlaksal değerler ve mantık açısından Nasreddin Hoca'ya ait olamaz" şeklinde açıklamış. Baktığımız zaman, içinde yalan geçen bir fıkra ne olursa olsun Hoca'ya ait olamaz. Fıkrayı bilmeyenler varsa okudukları zaman Hoca'nın kazanı komşusuna vermediği ve "öldü" diyerek komşusunun kazanına el koyduğunu göreceklerdir. Aslında bu el koyma eylemi ders verme amacıyla yapılsa da Sakaoğlu'na ve Ali Berat hocamın anlattığına göre Hoca'nın mizacına uygun değildir. Çünkü içinde yalan vardır. Ancak beraber yazdıkları "Nasreddin Hoca" adlı kitapta bu fıkraya da yer vermişlerdir. Bana sorarsanız ben de ders verme amacıyla olsa bile Hoca'nın bir hile ile kazana el koyamayacağını düşünüyorum. Ancak fıkranın, Hoca ile özdeşleştiği gerçeğini de kabul etmek gerekiyor.

Bir diğer fıkra ise "Ye Kürküm Ye" fıkrasıdır. Bu fıkra da 765 yılında ölen bir Arap kahramanına ait ve bu olay Arap kaynaklarında geçmektedir. Fıkranın Arapça versiyonu şu şekilde: "Bir düğüne çağrılan A’meş, postunu üzerine alıp davete icabet etmiş. Ancak kapıcı onu bu halde görünce içeri almamış. A’meş eve dönmüş, bu defa üzerine bir gömlek ve elbise giyinip yeniden oraya gitmiş. Kapıcı da kendisini içeri kabul etmiş. Derken ortaya sofra getirilmiş. A’meş hemen elbisesinin yenini sofranın üzerine yayarak “Ye bakalım” demiş, “besbelli ki ziyafete davet edilen sensin, ben değil!” Sonra da kalkıp yemek yemeden oradan ayrılmış" (2) Bu fıkra da Hoca'ya atfedilen fıkra ile neredeyse aynıdır. Ancak Hoca'ya ait değildir.

Ayrıca; "Bilenler Bilmeyenlere Anlatsın, Hırsızın Hiç mi Suçu Yok?, Tarifi Bende" fıkraları da Arap kaynaklarında geçen ve Nasreddin Hoca'ya ait olmayan fıkralardan.

Peki bu fıkralar neden ve nasıl Nasreddin Hoca'ya atfedilmiştir? Ben bu durumu, halkın keyfiyeti veya olayları bir şahıs üzerinde canlandırmak istemesinden ötürü görüyorum. Yani halk; bir yerlerden duyduğu olayı, hikâyeyi birisine atfetmek istemiş ve seçtikleri bu kişide zaten bilgeliği ve nüktedanlığı ile ünlenmiş Nasreddin Hoca olmuştur. Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun ifadesiyle: “Yakın zamanda bir gün Hoca; otobüse, dolmuşa da binecek, taksiye de binmek isteyecek mutlaka." Yazarın demek istediği gibi Hoca modern zamanda yaşamamış olsa da onu otobüse bindirmek isteyenler olacaktır.

"Bütün Yönleriyle Nasreddin Hoca" adlı eserin yazarı Erdoğan Tokmakçıoğlu’nun aşağıdaki değerlendirmesi de önemlidir: "Nasreddin Hoca fıkralarının anlatılması Anadolu’da bir gelenek halinde. Öylesine yaygın bir gelenek ki, aslında onun olmayanlar bile ona yakıştırılmış, Hoca’nın fıkrasıymış gibi anlatılagelmiş. Anlatılagelmiş diyoruz, çünkü eğer günümüzde bu fıkralarla karşı karşıyaysak bu durumu yazıya değil söze borçluyuz. İşin içine daha çok yazı değil de söz girince elbette ki insan hafızasının, yaratıcı hayal gücünün azizlikleri çoğalıyor; gerçek Nasreddin Hoca, yerini bugün fıkralarında karşı karşıya olduğumuz Nasreddin Hoca’ya bırakıyor." (3)

Sonuç olarak, bazı fıkralar Nasreddin Hoca'ya ait değildir. Anadolu halkı, bilgeliğini ve yaşadığı olayları Nasreddin Hoca üzerinde yaşatmıştır. Ayrıca Hoca'ya atfedilen birçok fıkra Arap kaynaklarında geçmektedir. Hoca'dan 600-800 yıl önce anlatılan bir hikâye yıllar sonra Nasreddin Hoca fıkrası olmuştur. Mesnevi'den bile alınan fıkra vardır. Ancak bunların dışında Nasreddin Hoca'ya ait olan fıkraların sayısı elbette ki bu fıkralardan çok daha fazladır. "Allah'ın Rahmetinden Kaçılmaz, Altın Olsa Ne Taş Olsa Ne, Aynı Merdiveni Kullandı, Bana Görünme de Kime Görünürsen Görün, Bizim Eve de Uğrardı, Dünyanın Merkezi Neresidir?, El Elin Eşeğini Türkü Çağıra Çağıra Arar, Eşeğimin Gönlü Olmadan Vermem, Hanım İpe Un Sermiş, . Kırk Yıllık Sirke, Parayı Veren Düdüğü Çalar, Yorgan Gitti Kavga Bitti" gibi günümüze ulaşmış birçok Nasreddin Hoca fıkrası bulunmaktadır.

Kaynakça:

1-Banarlı NS. Nasreddin Hoca. İçinde: Resimli Türk Edebiyatı Tarihi. İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları; 1987: 305.

2- Şener Şahin, "Nasreddin Hoca Fıkralarının Klasik Arap Mizahı Kaynaklarındaki İzdüşümleri Üzerine Değerlendirmeler", Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 27 (2018/1), sf. 144.

3-Tokmakçıoğlu Erdoğan. Bütün Yönleriyle Nasreddin Hoca, Geçit Kitabevi, 4. Baskı, İstanbul, 2004, sf. 13-14.