“Yunan Afyon’u yakmış kaçıyordu, ordumuzda ardından kovalıyordu Yunanı. Afyon yanarken, yerde yaralı bir Türk kadını gördüm. ‘Gardaşım, su’ diye inliyordu. Matarama baktım, mataramda su olmayınca, yaralı kadına su getirmek için yanından ayrıldım. Az zaman sonra döndüğümde bu yaralı Türk kadını ölmüştü, bunu hiç unutmadım…”
Gazi Halil, böyle anlatmıştı Milli Mücadele anılarını torunu Hafize’ye.
Halil de her Akşehirli gibi vatan müdafaasının en ön safında bulunanlardan. Aslen Tuzlukçu ilçesine bağlı Kundullu mahallesinden. Ulusumuzun Milli Mücadelesi bitince Kundullu köyüne dönen genç Halil, burada evlenip Akşehir’e yerleşiyor, Akşehir’de çalışıyor. 1975 yılında ise yaşadığı tüm anıları ile bu dünyadan göçüp gidiyor. Kabri Akşehir Nasreddin Hoca Mezarlığındadır. Halil Altunbay’ın hikayesine geçmeden bir bilgi vereyim; araştırmalarımız esnasında bizimle dedesine ait bilgileri paylaşan Hafize Parlak Solmaz, sosyal medya hesabımız olan Tarih Sayfalarında Akşehir adlı sayfamıza ulaşarak dedesinden duyduklarını aktarmak istediğini beyan edince, kendisiyle bir söyleşi yapmaya karar verdim. Kahramanların yaşadıkları önemli idi ve bizden sonrakilere aktarılmalıydı. Nihayetinde 8 soru 8 cevap şeklinde okuyucuyu pek de sıkmayacak bir söyleşi gerçekleştirdik. Milli Mücadele kahramanlarından Halil Altunbay’ın yaşadıkları Kurtuluşun bir kısa özeti aslında.
O zaman gelin hep birlikte Hafize Hanımın bana anlattıklarına kulak verelim:
“Ben Hafize Solmaz. 1953 Akşehir doğumluyum. Babam Akşehir esnaflarından oto tamir ve boyacısı Ahmet Parlak’tır. İlk, orta ve liseyi Akşehir’de okudum. 1971’de Akşehir Şeker Bank şubesinde göreve başladım. 1975 senesinde evlenince İzmir’e yerleştim. Burada emekli oldum.
Dedem Halil Altunbay, 1898 senesinde Tuzlukçu’ya bağlı Kundullu köyünde doğmuş, savaştan dönünce de köyümüzde evlenmiş ve Akşehir’e yerleşmiştir. 1972 senesinde vefat etti. Dedem bana çocukluk yıllarımda, aklında kaldığı kadarıyla anılarını anlatırdı. 8 yıl askerlik yapmış, Mustafa Kemal’i görmüştü ve onu çok seven bir insandı.
Dedem 8 yıl askerlik yapmış. Büyük Taarruza katılmış. Yunan’ı İzmir’e kadar kovalamış. Afyon’da yaşadığı olayları bana anlatırken anımsar, gözleri dolardı. Unutamadıkları arasında bir kadının yaralı halde dedemden su istemesi idi. Dedemin bu anısı bana anlattığı kadarı ile şöyledir: Taarruz başlayınca Afyon’a varan ordumuz yanmakta olan bir şehir ile karşılaşmış. Tabi etrafta yaralılar da var. Dedem bu yaralılar içerisinden bir kadının “Gardaşım, su” diye inlediğini duyunca hemen matarasına bakmış. Matarada su olmayınca yakınlardan bir yerden su bulmuş. Kadının başına geldiğinde kadın çoktan vefat etmiş. Bu dedemin unutamadığı anılarındandı.
Yine anlatırken çok öfkelendiği bir anısı vardı. Bu anısı ise şöyle: Harp tüm şiddeti ile devam ederken, Yunan kuvvetlerine bağlı tayyareler Türk ordusunun üzerinden uçarmış. Bu tayyareler askerimizin üzerine alçakça bildiriler atarmış. Bu bildirilerden bir tanesinde ise; “İnsan hiç eniştesine kıyar mı?” yazıyormuş. Dedem bunu anlattığında çok öfkelenirdi. Yunanlılardan nefret ettiğini söylerdi. Buna sebep Yunan ordusunun halkımıza yaptığı işkence, yağma, tecavüz gibi pek çok olayın dedem tarafından görülmüş olması idi.
Dedem ömrünün sonuna kadar Atatürk’ü bizlere anlattı. Onun büyük bir kurtarıcı olduğunu, onun askeri olmaktan gurur duyduğunu söylerdi. Mustafa Kemal Atatürk’ü dedem bir kere asker taarruza kalkmadan önce görmüş. Burada askerlere yönelik bir konuşma yapmış. Gazanız mübarek olsun demiş. Onun, Atatürk ile ilgili söylediği bir sözü vardı. Bu hep hafızamdadır. Derdi ki; Atatürk, dost için kanatlarının altına sığınasın gelir. Düşman için ise öyle bir bakışı vardı ki koyup kaçasın gelir.
Dedem, Yunan ordusunun denize döküldüğü gün İzmir’de imiş. Yunanlıların denize döküldüğü günü gülümseyerek anlatırdı. Savaş devam ediyormuş. Yunan ordusu yaka yıka İzmir’e varmış. Türk’ün karşısında durmak ne mümkün; kimi denize atlamış, kimi filikalara binip kaçmışlar derdi ve şu şekilde devam ederdi: Yunan denize dökülmüştü. Askerin elbisesi perişandı, komutanlar emir verdi. Burada Yunan ile iş birliği yapan gayrimüslim halkın dükkanlarından ihtiyacımız olan kadar elbise almamız emredilmişti. Biz de arkadaşlarımız ile bu dükkanlardan ihtiyacımız olan kadar elbise alıp giydik. Giyindikten sonra da birbirimizi tanıyamadık arkadaşlarımızla, diye anlatırdı.
Dedem savaş bitince köyümüze dönmüş ve evlenmiş. Uzun yıllar çiftçilikle uğraşmış. 1975 senesinde Akşehir’de vefat etti. Kabri, Nasreddin Hoca mezarlığındadır.”