LOZAN’I KUZU KUZU İMZALAMIŞIZ…

Bağımsızlık mücadelemizde milat kabul ettiğimiz tarih 19 Mayıs 1919’dur. Anadolu’da başlayan direniş, Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkışının ardından Amasya Genelgesi, Erzurum ve Sivas Kongreleriyle örgütlenmiş; Milli Kuvvetler düzenli bir orduya dönüşürken, bağımsızlığın sivil yapılanması da 23 Nisan 1920’de açılan Meclis ile yeni devletin çekirdeğini oluşturmuştur. Devletin yönetim şeklinin Cumhuriyet olması kararı, Ulusal Bağımsızlığımızı taçlandırmıştır.

Osmanlı İmparatorluğu’nun kaybedilen topraklarından gelerek Anadolu’ya sığınanlarla beraber, Trakya’nın bir bölümü ve Anadolu’da yaşayan ve farklı etnik kökenleri olan “Osmanlı Bakiyesi”, Cumhuriyetle birlikte teba olmaktan çıkıp, eşit hakları olan Vatandaşlık kimliğini böylece kazanmıştır.

Bugün bizler, ulusumuzun bir daha Mondros Mütarekesi gibi bir metnin altına imza atmaması için yapmamız gerekenleri tartışacağımıza, Lozan’da aslında neleri kaybettiğimiz iddialarını ibretle dinlemek zorunda kalıyoruz. Yönetimi, Osmanlı tarafından ve Lozan’dan yıllar önce İtalyanlara bırakılan Ege adalarının, aslında Lozan’da kaybedildiğini söyleyenleri görüyoruz. Yine aynı Lozan’da, birkaç milyon metrekare topraktan vazgeçtiğimiz iddialarını şaşkınlıkla izliyoruz.

Naçizane tavsiyem şudur; Türk askerinin kontrolünde ve bizim hakimiyetimizde olan hangi toprakları Lozan Antlaşması ile bıraktığımızı anlamaya çalışarak hiç zaman kaybetmeyin. Ermenilere verilen bir doğu vilayeti de bulamazsınız, “Madem Balkanlar bizimdi, o kadar insan neden Trakya ve Anadolu’ya göç etti?” sorusunun cevabını da. Yönetimi İngilizlere bırakılan Mısır ve Kıbrıs’ta, antlaşmadan sonra geri çağrılan ordularımızı hiç aramayın zira sahip olduğumuz düzenli ordu; emperyalistlerin taşeronu Yunan’ı İzmir’den denize dökmekle ve Mondros Mütarekesi’ne dayanılarak İngilizler tarafından işgal edilen Osmanlının Başkenti İstanbul’a girmekle meşguldü.

72 milleti bir araya getirip “Amerikalı” yapan A.B.D.’de kurucu iradeye hakaret edildiğini duyamazsınız. Etnik kökeni ve dini inancı farklı da olsa, Osmanlının akılcı yönetimiyle yüzyıllarca bir arada yaşamış insanları vatandaş yapan, “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir” diyen Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nde kurucu iradenin yaptıklarının aslında ne kadar önemsiz ve yetersiz olduğu iddialarını duyduğunuzda ise şaşırmayın. Nihayetinde bunun adı Düşünce Özgürlüğü’dür.

Sorun, düşündüğünü söylemekte değildir. O düşünceyi besleyen gerçek bir dayanağın olup olmadığındadır. Bir de, İstanbul’da bir semt adı olarak kalan vefada.

{ "vars": { "account": "G-5Z2CE4T8R8" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }