Yarıyıl tatili kar ve soğukla birlikte gelmişti. Okulların kapandığı gün Çorum’a gidecektim. Yurdumuzun büyük bölümü kar altındaydı.
Çorum Afacan Kitap Evi yarıyıl tatili nedeniyle bir dizi imza etkinliği düzenlemişti. 28 Ocak 2011 günü Çorum’a gitmek için otogara gittim. Arabamız arızalanmış. Ha şimdi, az sonra derken akşamüzeri saat 17:00’da hareket edecek olan otobüsümüz geceleyin 00:30’da ancak yola koyulmuştu. Saatlerce otogarda pineklemek çoğu kişiyi sıkmıştı.
İzmir’de yağmur yağıyordu. Kula’ya doğru yaklaştıkça kara çevirdi. Her yer beyaz, bembeyazdı. Bir iki saat kendimden geçmişim. Gözümü açtığımda kar aydınlığı tüm doğayı etkisi altına almıştı. Beyazın da kendine özgü bir güzelliği vardı. Yağış bazı yerlerde tipiye dönüşüyordu. Canım kenarında oturduğumdan fotoğraf çekiyordum. Yollar karla kaplı olduğundan otobüsün kaptanı da dikkatli, yavaş gidiyordu. Yolcuların çoğu dikkat kesilmiş, doğayı izliyordu. Molalarda karın altında, kar taneleriyle oyun oynamanın keyfini çıkartıyorduk…
Ertesi gün saat 14:00’da Çorum’a varabilmiştik. Çorum da beyaz giysiler içinde karşıladı bizleri. Kitap evine vardığımızda gazeteciler, küçük okuyucularım beni bekliyordu. Kar altında yol katederek kitap almaya gelen çocuklar, onları getiren veliler beni mutlu etmişti. Benden önce benden sonra gelecek yazar dostlarla bir şenlik yaratmak istiyordu kitap evi. Benden önce yedi, benden sonra dört yazar arkadaşla birlikte toplam on bir yazar arkadaş imza gününde Çorum’a gelmişti.
Çorum’da kaldığım sürece kar yağdı. Evler, ağaçlar, otomobiller kendi renklerini beyazın altında saklamak zorunda kaldılar. Çorum Öğretmen Evi’nde kalıyordum. Kalınabilir bir tesisti. Birçok otelden daha düzenli, daha da iyiydi. Akşamları kaldığım odamın penceresinden çevreyi izlerdim. Karda yürüyüp üşümenin keyfine varırdım. Kar taneleriyle oyunlar oynar, onların havada dans edişlerine bayılırdım. Bu kar yağışı beni çocukluğuma da götürürdü. Odamın kaloriferi çok iyi ısıtıyordu. Radyatöre yaslanırken acı gerçekleri de düşünmeden edemezdim. Soğukla başa edemeyenler ne yapıyordu acaba?
Üç gün kaldım Çorum’da. Kitap evinin kurucusu Rumi Ispanak; genç, girişimci, spor yanı olan, çok da sevilen biriydi. Akşamları bana kenti gezdiriyordu. Çorum’un Saat Kulesi, çarşısı, meydanı, eski evlerinin bulunduğu yerlerde epey dolaştık. Kar yağışı bizimle her yere geldi. Kenti birlikte gezdik kar taneleriyle…
Dükkana çay geliyordu. Garson çocukla iki günde dost olmuştuk. Bana çayları verirken yanında küçük lokumlar da veriyordu. Bir kitabımı imzalayıp verdim. Bir gecede okumuştu. Ertesi gün gelip kitabı satır satır anlattı. Okula gitmiyordu. Aile sorunu yüzünden okuldan ayrılmış, ailesine bakıyordu. Onları duyunca aslında küçük ellerinde çay değil de tanker taşıyor gibi geldi bana. Üzerinde iki üç beden büyük bir montu vardı. Sorduğumda başka giysisi de yokmuş. Ayakkabıları da mevsime uygun değildi. Bunları duyunca beni kimse engelleyemezdi. Kitap evinin yanındaki giyim mağazasında aldım soluğu.
Soluğumuzun buhara dönüştüğü üç dört gün çabuk geçmişti. Kar yağışı da durmuştu. Tokat’a doğru yola koyuldum. Yollarda karın izleri sürüyordu. Güneş arabanın camından içeri giriyor, bedenlerimizi ısıtıyordu. Dışarıdaki ayazın ne denli soğuk olduğunu tahmin etmek o denli zor değildi. Sivas yıllarım aklıma geldi. Karın harman olduğu yıllardı. Dizlerimize dek kar yağardı. Sivaslılar, eskiden daha çok yağardı deyince gözümüz korkardı. Dizimize dek gelen karın daha çoğu nasıl olurdu? Hayali bile yoruyordu bizleri…
Kitap evinin şenliği Şubat ayı sonuna dek sürdü. Yaz şenlikleri için çağırdılar; her zaman gelebiliriz, yeter ki siz isteyin. Çaycı çocuğun kırk yıllık üç dört kahve ikramını nasıl unuturdum. Hiçbir şey olmasa onun hatırına giderdim. Kitap okumaya söz vermişti bana. Sürdürüyor mu okumasını?