Akşehir Kitap Okuma Atölyesi öğretmenlerinden İbrahim Sarıtaş, Meryem Özkan Şan, Emine Kaçar, Mehmet Korkutal, Mustafa Bakar, Duygu Selçuklu Biçer, Sema Özcan, Şule Kurt, Leyla Erdoğan, Ayşe Koşmaz, Meryem Sacide Aytaç ve Zafer Berkant, esere farklı bakış açılarıyla yaklaşırken toplantıda Mehmet Rauf ve romanın yazılması sürecine dair bilgi paylaşımında da bulunuldu.
İlk kez 1900-1901 yılları arasında Servet-i Fünun Dergisinde tefrika edilen eserin kitap halinde ilk baskısı 1901 yılında yapılmış ve yazar eserini, “İlk eserim son üstadıma” ifadesiyle Halit Ziya Uşaklıgil’e ithaf etmişti. Yazarın bu romanı yazmasına neden olan olayın nasıl geliştiği ise yazarın ağzından şu şekilde ifade edilmişti:
“Fikret (Tevfik Fikret) gazeteye yeni bir tefrika arıyordu. Bir gün konuşurken tefrika için bana teklif etti. O esnada bir gün Halit Ziya’nın yanındaydım. Biz konuşurken kendisinin ziyaretine bir genç geldi. Lakırdı arasında bunun o hafta evleneceğini öğrendim. Düğünden ve düğünden sonraki tasavvurlarından bahsederken bu adam balayını Büyükada’da geçirmek istediğini, orada tuttuğu köşkü döşettiğini anlatıyordu. Ben Halit Ziya’nın gözlerinde acı bir esef bulutunun karardığını fark ettim. Ve bana öyle geldi ki ruhu artık böyle bir saadetin kendisi için imkansız olduğunu anlamaktan kaynaklanan bir acıyla burkulmuştu. İşte Eylül’ün esasını teşkil eden fikri, yani gençliğin akar bir su, esen bir rüzgar gibi, engellenmesi ve geciktirilmesi mümkün olmayan bir surette uçup gittiğini takdir etmek, Eylül’de baharın geri gelmesi nasıl imkansızsa şimdi her şeyin faydasız olduğunu anlamak, ziyan olarak geçen günlerin hasretiyle harap olmak fikrini buradan kaptım. Bu fikir bana o kadar cazip, o kadar derin göründü ki günlerce meşgul olarak işledim, süsledim ve renklendirdim. Romanın esasını hazırlayıp iki hafta sonra Eylül’ü yazmaya başladım.” Romanın konusu ise kısaca şöyle özetlenmektedir:
Süreyya, karısı Suat’la beş yıllık evlidir. Suat, kocasının hayalini gerçekleştirmek umuduyla gizlice babasına mektup yazar ve para ister, babası da yazlık evin kira bedeli olan kırk lirayı kızına gönderir. Suat durumu kocası Süreyya’ya açar ve çok sevinirler. Süreyya Bey ve Suat Hanım Boğaziçi’nde küçük bir yalı tutarlar ve oraya taşınırlar. Yalıya, Süreyya’nın halasının oğlu olan Necip’i de sık sık davet ederler. Necip, Suat’ı pek çok yönden takdir etmekte, beğenmektedir. Zamanla bu takdir ve beğeni duyguları sevgiye dönüşür.
Süreyya sık sık denize çıkmakta, günlerinin çoğunu denizde geçirmektedir. Bu yüzden Suat’la Necip yalıda yalnız kalmaktadır, içten içe Suat da Necip’i sevmektedir ama her ikisi de Süreyya’yı çiğneyemediği için fazla ileri gidememektedir, vicdanları bunu engellemektedir. Bu yüzden birbirlerine olan aşklarını söyleyemezler. Etrafta Suat’la Necip arasındaki duygusal ilişkinin dedikodusu yayılmıştır, bunu Süreyya da duyar ama buna ihtimal vermediği için fazla üzerine gitmez. Necip bu söylentilerden dolayı yalıya seyrek gitmeye başlar, bir süre sonra tifoya yakalanır. Hastalığın tehlikeli dönemi geçince Süreyya ile Suat, Necip’i ziyaret ederler.
Necip, Suat’a olan aşkından dolayı yalıya gidip geldiği günlerde Suat’ın eldiveninin tekini almış, yastığının altında saklamaktadır. Bu hasta ziyareti sırasında eldiven yastığın altında bulunur. Böylece Suat, Necip’in de kendisini sevdiğini anlamıştır ama bunu diğerleri de hisseder. Necip iyileşince yazın kalan vakitlerini Süreyya’nın yalısında geçirmeye mecbur edilir. Artık Necip’le Suat birbirlerine açılabilmiş, aşk yaşamaktadırlar.
Bir “Eylül” ayında konakta yangın çıkar. Herkes kaçar ama Suat’ın içeride kaldığı fark edilir. Kocası Süreyya bağırıp çağırsa da yanan konağa giremez. Necip hiç tereddüt etmeden alevlere dalıp Suat’ı kurtarmaya çalışır. Bu sırada yanan tavan çöker ve Necip ile Suat yanarak can verirler.
Yapılan değerlendirmelerin ardından Akşehir Kitap Okuma Atölyesi öğretmenlerince Ekim ayında değerlendirilmek üzere belirlenen eser; Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi’nin, masal ve hikaye karışımı kurguya dayalı eseri olan Amak-ı Hayal adlı kitap oldu.