Yağmuru sulusepken. Sanki fakirliğin garipliğin üstüne serpen rüzgârda daha bir şiddetliydi. Yolları bozuk. Parke taşları kalkık. Evleri yıkıldım yıkılacağım, göçtüm göçüyorum diyen kimi evlerin yorgunluktan olduğu yere çöküvermiş evlerle dolu bir mahalleydi bu mahalle.

Sanırsın bu mahallenin ilkyazı yoktu, bu mahalle hep güz hep kıştı. Yıllardır birbirine bakan gün güneş yüzü görmeyen evlerle doluydu bu mahalle. Toprak damlı yuğa taşlı evlerle doluydu ki kimi evler çıkmaz sokakta birbirine bakardı. Bu evlerde çoğunluk köyden şehre okumaya gelen talebelere kiraya verilirdi. İki odacık evler, birkaç öğrenci birden bu evlerde kirada otururdu. Küçük bir tüp. Birkaç kap kacak.  Küçük odada bir halı. İki kanepe. Ortada bir soba. Bir masa, birkaç sandalye. Pencereye çatal iğne ile tutturulmuş perde. Ayakkabılar oda girişinin önünde. Köyden gelip gitmeyle okul mu biter? Birkaç öğrenci ev tutmuş okuyacaklar. Birkaç öğrenci aynı odada yer, içer, ders çalışır, aynı odada kanepelerde yatar, sabahtan da okula giderlerdi; okumak o kadar zor, hayat o kadar zordu.

Yokuştan inen yol sonunda bir dönem deprem nedeniyle boşaltılan bir okul vardı. Okul depreme dayanıklı değil diyerek boşaltılmış, camları kırılmıştı. Bu okul köprünün yanında dört yol ortasında bir okul.

Dörtyol ağzında okula yakın bir mescit. Mescit önünde bir çeşme var. Çoğu zaman açık bırakılır, çeşme durmadan akar, bir hayırsever görürse kapatır, sonra çocuklar yine çeşme başında. Kimi suyu birbirine atar, kimi elini yüzünü yıkar, kimi misket oynamaktan çamurlanan ellerini bu çeşme başında yıkar. Yan başında akıp giden bir çay. Yaya kaldırımı. Çocuk cıvıltıları.

Her sabah bu mahalle çıkmaz ara sokaklarda kirada oturan öğrencilerle bu dar boğazda köprü üstünde birbirlerini selamlayarak geçerler.

Yol oldukça dardır, öğrenciler, faytoncular, arabacılar, kasaptı, bakkaldı derken kalabalık bir sel olur. Fakir mahalle birden canlanır, çayın gürül gürül akan suyunun sesi ta uzaklardan duyulur,

Mahallenin biraz uzağından  ıhlamur kokuları gelir, dağa giden yoldan.

Hangi aydayızdır? Haziran mı Mayıs mı?

Ihlamur ağaçları nerededir?

Bu mahallenin biraz ilerisinde dağa doğru güzel bir mesire yerine giden yolda ıhlamur kokuları gelir.

Ihlamur demek bu şehre ayrı bir güzelliktir, gözünü sevdiğim ıhlamuru. Hatta bu yol üzerinde yol ortasında kalmış ağaçlar kesilmemiş, ağacın üstüne dikkat çeken bir trafik levhası konmuştur ne alâ! Ne güzel kokar ıhlamur kokuları, yazıyla nasıl anlatılır ki?

İnsanlar bu kalabalıkta her gün ama her gün nereye gelir. Nereden gider? Bu faytoncular bu yaylılar insanları nereye götürür? Bu ne yaman bir sorudur? Bilemezsin. Bu öyle bir mahalledir, fakir mahallesi, garip mahallesi.

Bazen suları akmaz bu mahallenin.

Çok zaman elektrikleri kesilir.

Akmayan suların çaresi okulun bahçesinde, bazen de mescitte akan çeşme, genelde kesilen elektriklerin çaresi ise gaz lambalarıdır.

Öyle bir mahalledir ki bu mahalle çocuklar yaz kış, yağmurda karda okula yürüyerek gider gelirler. Zaten servis yoktur, olsa da elde yoktur avuçta yoktur, cep delik cepken delik, pabuçlar deliktir.

Okul yok.

Doğru dürüst yol yok.

Yeşil yok.

Asfaltı ne sen sor, kaldırımları ne ben yazayım. Öyle bir zaman!

Birkaç bakkal vardır, varsa yoksa kahve vardır o da şehirde, nalbandı, ayakkabı tamircisi oturduğun mahalleden bir hayli uzakta.

Çocuklar okumaya gelir.

Yoksa şehre insan neden gelsin ki? Yol yol değil, su yok, elektrik yok.

Millet niye şehre gelsin ki. Bir sebep söyle.

Rüzgâr sert, yağmur sulusepken savruluyordu şehirde. Garip bir şehirdi burası. Eski evler ve yeni evlerle iç içe geçmiş bir şehir….

Bu benim bildiğim eski bir hikâyeydi; hep aynı, hiç değişmeyen…