Başarıya giden yolun temelinde inanç vardır. Başaracağınıza inanıyorsanız, yolunuza hangi engel çıkarsa çıksın pes etmeden hedefinize ulaşırsınız. Peki hedefiniz nedir? Araba almak mı, doktor olmak mı ya da milyoner olmak mı? Nedir hedefiniz?
Hedefiniz ne olursa olsun sabırlı olmalısınız. İlk engelde mağlubiyeti kabullenemezsiniz. Hayatta o kadar çok şey oluyor ki, bundan dolayı ne kadar şanssız olduğunuzu düşünüp kendi kendinize kızıyorsunuz. Bilmediğiniz bir yola çıkmak için ihtiyaç duyduğunuz bir navigasyon değil mi?
A şehrinden B şehrine varmak için kilometrelerce yolunuz var. Hedefiniz B şehrine ulaşmak! Bu şehre ulaşmak için onlarca, belki de yüzlerce köy, mahalle ya da sokak geçeceksiniz. Navigasyonunuzu takip ediyor ve ona güvenmek zorunda kalıyorsunuz. Navigasyon nerede duracağınızı ya da nereden döneceğinizi sesli bir komutla size uyarıda bulunur. Epey bir yol gittikten sonra navigasyonunuz gittiğiniz istikamette bir çalışma olduğunu söyler ve sonra aynen şu cümleyi kurar: “Yeni Rota oluşturuldu.” Siz yeni rotadan yolunuza devam edersiniz. Nihayetinde B şehrine varmış olursunuz.
Hayatı da navigasyon gibi görmeliyiz. Bir hedefe varmak için hayat sizin karşınıza daima yeni yollar çıkarır. Yeni rotalar oluşturur. Kimimiz hedefimize daha erken varırken kimimiz gecikmeli bir şekilde ulaşabiliriz. Hedefimiz ne kadar büyükse, gecikme süresi daha da artar. İnsanın hayatı çoğu kez hedefine göre şekil alır. Bir dağcıyı düşünün. Zirveye ulaşabilmek için nelerle karşılaşıyor?
Unutma, karşına çıkan her yeni rota senin gelişimin içindir! Hedef ne kadar büyükse insanın mücadelesi o kadar büyük olur. Hedefinize geç ulaşsanız da onca sene biriktirdiğiniz azmi, tecrübeyi unutmamalısınız. Hiç düşündünüz mü bir kralın, hedefindeki şehri fethetmek için kaç yara aldığını?
Hepimiz bir takımın taraftarıyız. Şampiyon olmak için mağlubiyet de gerekiyor. Her mağlubiyet sana 3 puan kaybettirse de bir daha ki maça kazanma açlığıyla çıkmanı sağlar. Bir boksör rakibini nakavt etmek için kaç yumruk yer? Hayattan ne kadar yumruk yerseniz yiyin bu mücadeleyi kazanacağınıza inanıyorsanız ayağa kalkın ve devam edin. Pes etmeden önce geriye dönüp bakın ne kadar yol aldığınıza?
Hedefiniz varsa inancınız da olmalı sabrınız da. Hedefiniz varsa azminiz ve umudunuz da olmalı. Ne güzel bir sözdür; “Beklenen gün gelecekse, çekilen çile kutsaldır.”
***
İnanmak
Bir ağrı kesicinin sizi iyileştirdiğine inanırsanız gerçekten de bunun etkisini görürsünüz. Doktorunuz hastalığınıza göre reçete yazar. O ilaçları kullanır, kendinizi iyi hissedersiniz. İlacınız bittiğinde rahatsız olur eczaneye koşarsınız. Eczanede A marka ilaç istersiniz fakat bulamazsınız. Eczacı B marka ilacı size önerir. Size önerilen ilacın kullandığınız ilaçtan bir farkı yoktur. Çok enteresandır, siz o ilacı kullansanız dahi kendinizi yine rahatsız hissedersiniz. Çünkü A ilacının sizi iyileştirebileceğine inanmışsınız. Bunu tüm benliğinize kabul ettirdiğiniz için ister istemez vücut da reddeder. İyileşseniz dahi A ilacına bağımlılığınız artar. Baş ucumuzda eksik etmediğimiz ağrı kesiciler de öyledir. Başımız ağrıdığında hemen onlara sarılırız. Ne yazık ki ilaçlar hastalığı iyileştirmez sadece erteler. Evet, bir ağrı kesici kullandığımız zaman baş ağrımız geçer fakat birkaç gün sonra yine ağrır.
Dedelerimiz bir hastalığın adını bilirken bizler binlerce hastalıkla yüzleşiyorduk. Hastalıklara karşı tembelleşip ilaçlara koşuyorduk. Nasıl olsa ilaçlar var deyip kendimizi buna inandırdık. Bilinçaltımızda o kadar çok şey var ki! Çoğu şeyler korkumuz oldu.
Bilinçaltımızda yatan canavarlarla yüzleşmemiz gerekir. Kim bilir çoğu hastalıkların sebebi ne kadar strese bağlıysa bir o kadar da bilinçaltımızda yatan canavarlara da bağlıdır.
***
Kaybolan muska…
Yaşı yetmişi geçmiş bir kadın oğluyla bahçe işleriyle uğraşıyordu. Kadın yaşına rağmen dinç ve sağlıklıydı. Onca uğraştan sonra nedense aklına bir şey gelmişti. Elini boynuna götürdü. Bir anda endişelendi, huzursuz oldu. Oğlu annesini seyrediyordu, ondaki bu endişeyi anlamamıştı. Bahçenin her yerini dolaştı, eliyle bostanın tüm ayrıklarını yokluyordu. Kendisi için değerli bir şeyi yitirmiş gibiydi kadın. Oğlu neredeyse bayılacak olan anasına yaklaştı. Onu hiç böyle görmemişti. Benzi solmuş, bir hasta ruhaniyetine bürünmüştü.
Kadın; “Oğlum beni içeri götür, iyi değilim.” dedi. Kadın içeride suskun ve bir o kadarda durgundu. Oğlu anasının bu halini çözemedi ve “Ne oldu ana!” diyebildi. Birkaç saat sonra kadın yer yatağına uzandı. Anlaşılan hastalanmıştı. İyi de neden? Oğlu annesi için endişeleniyordu. Kadın oğlunu yamacına çağırdı ve “Oğlum, gençliğimde bir hastalığa yakalanmıştım. Babam beni köyün hocasına götürdü. Hoca bana bir muska yazdı. Bunu hep boynunda taşı Allah’ın izniyle sağlığına kavuşacaksın dedi. O muska boynumdayken huzurlu ve sağlıklı idim. Şimdi muskayı kaybettim. Oğlum senden ricam; babamın köyüne git, hocayı bul, selamımı söyle, aynı muskayı bir daha yazsın. Yoksa ben kendimi asla iyi hissetmeyeceğim.” dedi.
Oğlan sabahın ilk ışıklarıyla birlikte yola koyulmuştu. Hocayı nasıl bulacaktı. Aradan 30 yıl geçmiş, hoca sağ mı ölü mü onu da bilemiyordu. Akşam gün batımına yakın köye ulaşmıştı. Hocayı karşılaştığı köylülere sordu. Hocanın iki sene önce vefat ettiğini öğrendi. Oğlan geri dönmeye karar verdi. Yol boyunca hocanın vefat ettiğini annesine nasıl söyleyeceğini düşünüp durdu. O an aklına bir fikir geldi Nasıl olsa anasının okuma yazması yoktu. Cebinden bir kağıt parçası çıkardı. Ne yazacağını düşündü. Nihayetinde besmele çekip Arapça Allah yazdı. Kağıdı büktü. Küçük bir bez parçasına sarıp muskaya dönüştürdü.
Eve vardı. Kadın oğlunu gördü. Bir cevap bekledi. Oğlu muskayı anasına uzatarak; “Hocayı buldum ana, onun da sana selamı var. Muskayı tekrar yazdı.” dedi. Kadın besmele çekip muskayı boynuna taktı. Fazla sürmedi, birkaç saat sonra kadın ayaklanıp eski sıhhatine tekrar kavuştu.
Sonuç olarak; kadın yıllarca bir muskanın kendisini ayakta tuttuğuna inanmıştı. Oysa boynuna geçirdiği muskada şimdi sadece oğlunun eliyle yazılmış Allah’ın ismi şerifi vardı.