“Dedesinin İstiklal Madalyası’nı günümüze kadar saklayan, Dereçine eşrafından Oral Aytemir’e ithafen”
Abdülkadir de yaşıtları gibi Osmanlının son günlerinde doğmuştu. Sancılı günler, koca imparatorluğun çökmesi, savaşlar, kan, gözyaşı, esaret ve kahramanlık. Bir ömre sığdırdı hepsini… Sonrasında Kuvvacı olup İstiklal Harbine katıldı.
Köyün dışındaki kapıda uğurladılar onları; Abdülkadir, Niyazi, Kadir ve Mustafa’yı. Nereye gittiklerini bilmeden çıktılar yola. Arkalarından edilen dualar. Ağlayan kadınlar ve kocamışlar vardı köyün koca kapısının yanında. Usul usul yürüdüler, köylü onları şose yolunda kaybolana değin bekledi… Kendi aralarında konuşuyorlar, bazen de hıçkırıklara boğuldukları oluyordu. En çok da akıllarında Mahmut vardı. Gözleri az gördüğünden cepheye gidememişti. Son kez ona sarıldılar, köylüyü ona teslim ettiler. Kayabaşında bulunan Koca Kapıda nöbet tutacaktı Mahmut.
Niyazi ile Abdülkadir Sarıkamış’a, Yonuslardan Kadir ise Yemen’e gitti. (Yonuslar’dan Kadir ve Niyazi’nin hikayesi daha sonra kaleme alınacaktır.)
Dondurucu soğuk, bıçak gibi kesiyordu yüzünü Abdülkadir’in… Düşmanı görmeden donan askerlere rast geliyordu yürüyüş esnasında. Soğuğu bilirdi ama bu kadar soğuk havaya hiç rast gelmemişti… Bir Rus askerinin dipçik darbesi ile sarsıldı, yakın boğuşmada üstüne atılan 5-6 Rus askerinin esiri olmuştu. “Olacak iş mi?” diye söylendi kendi kendine. Birliğinden pek çok kişi esir düşmüştü. Bilinmeze doğru yürütüyorlardı… Kaçmalıydı bir fırsatını bulup. O fırsatı bulda da. Kaçmaya başladı. Günlerce nereye gittiğini bilmeden, aç susuz yürüdü.
En nihayetinde köyüne gelmişti. Geçen günler ve yıllar. Mahmut’u Kayabaşındaki Koca Kapıda buldu. Sarıldılar… Esir düştüğünü anlattı. Niyazi’den haberi olmadığını, belki de donarak şehit olduğunu ya da onun da esir düştüğünü söyledi Mahmut’a…
Dünya Harbi bitmişti. Ruhlarına kahramanlık işleyen Anadolu evlatları akın akın Kuvvay-i Milliye’ye katılıyordu. Abdülkadir artık düşmanın daha yakında olduğunu biliyordu. Atı ile birlikte Akşehir’e gitti. Kuvvaya katıldı. Daha sonrasında Sakarya’ya. Yolda, cepheye giden kağnıları gördü, kadınları, çocukları…
Afyon’un kurtuluşunda oradaydı. Uşak, Kütahya, İzmir… Düşmanın yakıp yıktığı köyleri gördü. Savaş bitince terhis oldu. Köyüne geldi, evlendi. 4 kızı oldu. Oğlan kardeşinin ise 4 oğlu… Hayatı boyunca Yunanların vahşeti anlattı köyde arkadaşlarına, akrabalarına ve Köy Enstitüsü’nden mezun olan Naci Hoca’ya.
1895’de dünyaya gözlerini açtığı Dereçine’de, 1983 yılında vefat etti. Vefat etmeden önce yanına gidenlere nasihatlerde bulundu; “Biz kurtardık bu vatanı, sizler yaşatacaksınız. Benim gözlerim; sırtına hançer saplanarak şehit edilen Türk kadınına kafir tarafından tecavüz edildiğini gördü. Aman çok çalışın” derdi… Gazilik maaşına hiç dokunmadan hep hayır işlerinde kullandı. Kırmızı şeritli İstiklal Madalyası sahibiydi.
İSTİKLAL MADALYASI’NIN GÜNÜMÜZE ULAŞTIRILMASI
Kahraman gazimiz; kızlarından Cennet’i, kardeşinin oğlu olan yeğeni Hilmi’yle evlendirdi. Madalyası, vasiyeti gereği, “Çakırım” diye sevdiği ilk erkek torunu Oral Aytemir’e verildi. Oral Aytemir, kahraman dedesinin madalyasını gururla taşımaktadır.
NOT: YAŞANAN BU HİKAYELERİ; DEREÇİNE EŞRAFINDAN, 1934 DOĞUMLU, KÖY ENSTİTÜSÜ MEZUNU ÖĞRETMEN NACİ DEDE’DEN DİNLEDİM. NACİ DEDE İSE BAHSİ GEÇEN PEK ÇOK HİKAYEYİ, DEREÇİNE’NİN KAHRAMAN EVLATLARDAN BİRİNCİ AĞIZDAN DİNLEYEREK BANA ANLATMIŞTIR.
HİKAYENİN YAZIMI AŞAMASINDA BENİMLE HEYECANLANAN, DEDELERİ HAKINDA BİLGİLER VEREN ORAL AYTEMİR-RÜŞTÜ AYTEMİR’E, NACİ DEDE’YE ŞÜKRANLARIMLA…