İnsanlığın başlangıç tarihinden itibaren bu topraklarda, her gün farklı bir gündeme uyanmaya öyle bir alışılmıştır ki bir günü diğer gününün aynısı olunca içinde bulunduğu zaman dilimini garipser bu bölgenin insanı. Bir gün siyasi, bir gün ekonomik, bir gün iklimsel, bir gün depremsel konular gündemimizi bir anda değiştirir ve kendisini ön plana çıkarır.
Durum böyle olunca bizim gibi yazı erbabı bugün şu konuyu işlesem, okurlara o konuda bildiklerimi dilim döndüğünce düşüncelerimi aktarsam, bir kişide olsa okuyup istifade etse, farkındalık oluşmasına katkı vermiş olsam dediğiniz ortamda bir bakmışsınız, sizin yazı için planladığınız konu gündem olmaktan çıkmış, ülke farklı bir gündemin peşine takılmış.
Sizlere bu köşeden ulaşması için önemsediğim bir konuda yazmış, tam gazetemiz Pervasız a göndermek üzereydim ki Bayram tatili, Resmi Tatil 23 Nisan 2025 Pazar günü saatler 12:49:10'u gösterdiğinde gündemimiz bir anda değişti. O an içinde bulunduğum bina hareketlenince binanın giriş katında olduğum için binayı ilk terk edenlerden oldum. Zira öncü depremlerde binaların genellikle depremin olduğu o an yıkılmadığı/çökmediği bilgisi kadar genellikle yapılarımızın halen günümüz teknik ve bilgisine göre yenilenmediği bilgisi ve en önemliside acaba bu hareketin devamında daha büyük bir deprem(7.0 ve üstü) olabilir mi endişesi idi. Binanın hemen önünden telefonumdan edindiğim bilgi; oluşan bu hareketin sebebinin, Silivri-Marmara Denizi açıklarındaki fay hattının 6.1 büyüklüğünde, 13 saniye kadar hareket etmesi kaynaklı olduğuydu.
Üzerinde yıllardır konuştuğumuz, ülkemizin her an yaşayabileceği, üstünde oturduğumuz coğrafyanın ayrılmaz bir parçası olan deprem gerçeği konusunda, bu son olaydan yola çıkarak, üstelik de 30 yılını bir fiil bu ülkenin inşaat sektörü içinde uygulayıcı olarak geçirmiş birisi olarak bende birkaç kelam etmek isterim.
Öncelikle şunu ifade etmeliyim ki bu son yaşadığımız ve bana göre çok çok ucuz atlattığımız 6.1 büyüklüğündeki İstanbul-Silivri depremi her deprem sonrası olduğu gibi ülke insanımızı bu konularda konuşmaya, düşünmeye ve çok az da fiiliyatta uygulamaya sevk ediyor. Ama gelin görün ki cümlemi sonlandırırken kullandığım “çok az da fiiliyatta uygulamaya sevk ediyor” cümlesi acı ama gerçek tablomuzu ortaya koyuyor. Üzülerek söylemem gerekir ki her alanda olduğu gibi deprem olgusuna yönelik; kentsel dönüşüm, kent planlaması gibi icrai konularda da bizler ülke insanı olarak konuşmayı daha çok seviyor işin özüne, icrai kısmına uygulamaya inemiyoruz. Acaba diyorum tüm enerjimizi, takatimizi bu bize kolay gelen konuşmak konusunda mı harcıyoruz da fiiliyata enerjimiz tükeniyor bir şey yapamaz hale geliyoruz. Vaka odur ki konuya ironik olarak bu taraftan da bakmak mümkün. Benim çok konuşup az hatta hiç iş üretmeyenlere sıklıkla kullandığım, “söyleme yap” felsefesinden yola çıkmış olsak 1999 depreminden bu yana kentlerimizin yapı stoğunu çoktan elden geçirmiş olur bu konularda da bu denli endişe duyar olmazdık . Ama ülkemizde, yazının başında da değinmeye çalıştığım gibi farklı konular girdabında boğuşurken insanımızın can ve mal güvenliğini sağlama konusunu yıllardır olduğu gibi ıskaladığımızı belirtmeliyim. Bu çok farklı icraatların peşine halen takılmanın neticesinde, İstanbul gibi büyük bir metropolde yaşanabilecek 7.0 ve üstü bir deprem sonrası çıkacak fatura karşısında kelimelerin kifayetsiz kalacağını, çok daha ileriye giderek ülkenin varlığının sorgulanacağı hususunu göz ardı etmemek gerekir. Bu durumu halen görmemenin, algılamamanın, yasalar/yaptırımlar ile konuyu icraata ivedilikle dökmemenin kısaca hızlı bir şekilde aksiyon almamanın izahı yok. Marmara Denizinde yaşanacak böyle bir depremin ülke nüfusunun neredeyse beşte birinin yaşadığı İstanbul Metropolünü bir başına etkilemeyeceği Marmara Bölgesini de fiili olarak etkileyeceği bir gerçek. Yine ülkenin tüm ekonomik ve insan kaynağının bu bölgeye yığıldığı gerçeğinden hareketle diğer kentlerin bundan etkilenmemesi söz konusu bile olamaz. Tüm bu sebeplerle bizim çevremizde(inşaat mühendisleri/sivil toplum örgütleri/inşaat endüstrisi) yıllardır konuşulmakta olan bir başına bu işin bir bakanlığa(Kentsel Dönüşüm Bakanlığı) bağlanılması ve tüm ülke insanının da can ve mal güvenliğini tehdit eden unsurları kaldırmasını beklediği icra makamını denetlediği, takibe aldığı, sorguladığı bir yapı oluşturulmalı. Oysa halen “Kentsel Dönüşüm” konusu ülkemizde, devlet idaremiz yani icrai makam anlamında; Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı içinde bir Bakan Yardımcısının sorumluluğunda Kentsel Dönüşüm Başkanlığı olarak yürütülmektedir. Elbette konular bu yazının sınırlarını zorlayan boyutta. Muhtemelen yazının devamı niteliğinde birkaç yazı daha yazmam gerekecektir.
Yazı konusunun çıkış noktası güncel olması nedeniyle İstanbul’da yaşanan deprem olsa da konu malumunuz tüm ülke insanını ilgilendiriyor. Akşehir özelinde de yukarıda belirttiğim üzere bu yazının devamı olabilecek yazılarda, Akşehir’e de daha kapsamlı bir parantez açmak isterim. Özellikle Akşehir’de bulunduğum yaz aylarında, yaptığım gözlemler neticesinde; Akşehir’in de yukarıda bahsetmeye çalıştığım, ülke geneline yayılması gereken can alıcı “Kentsel Dönüşüm hamlesi/girişimi”nden acilen istifade etmesi gerektiğini düşünüyorum. Zira Akşehir’de de mevcut yapı stoğunun ve altyapısının çok eski olduğu sokaklar, mahalleler hepimizce malum.
Ülkenin tüm değerlerine(can ve mal) sahip çıkılacak uygulama(bir fiil inşaa) anlamında aksiyon alınmalı. Bunun içinde özellikle ülke insanına topyekün görevler düşüyor. Deneyimlerimize göre bir başına konuşmak kifayet etmiyor. Ülke insanının kendi can ve mal güvenliği için, Kentsel Dönüşüm hamlesinin hayata geçirilmesi adına konuya talepkâr olması ve bir fiil destek olması gerekiyor.
Sonuç : Her alanda olduğu gibi Kentsel Dönüşüm sürecinde de “söyleme yap” yani icraata katkı ver diyorum.